Başlık ne hoş değil mi?
Sıcaktan bunaldığınız bir ağustos gününde, tatlı bir sicimle ıslanmak ne güzel olurdu. Olurdu ama eskiden…
Çocuklar 'yağ yağ yağmur' tekerlemesiyle, gençler ise birer 'Gene Kelly' olup 'Singing in the rain' benzeri melodiler mırıldanarak, ağustos yağmurlarının altında -kısa sürede kuruyacağını bildiği için- gömlekçe koşturur, ıslanırdı.
O zamanın 'ağustos yağmurları' insanı mutlu ederdi.
Şimdiki yağmurlar öyle mi?

***

Düşünün ki, deniz suyu küresel iklim değişikliği sonucu hiç olmadığı bir şekilde havadan sıcak. Bu nedenle su sürekli buharlaşıyor. Buhar bulutla uzaklaşıp kendisini çekecek ormanları bulamadan, kendisinden soğuk havayla karşılaşınca yoğunlaşıp en yakın toprak parçasının üzerinde yağmur oluyor. Tahrip edilen doğada, yağmur suları sele dönüyor.
Korktuğumuz artık başımıza geliyor. 'Doğa, kendisinden alınanı geri alır'mış. Ülkenin her tarafında yerel, ani, şiddetli yağışlar oluyor. Günlük hayatı, binaları, ürünleri vuruyor.
Seller, toprak kaymaları 'doğaya olan borcun ödenti makbuzları' gibi.
Otur ağla şimdi bir nağme eşliğinde, kafana vura vura:
'Ağustosun ortasında yağmurlar yağdırdın ya,
Bilemedim, bilemedim, kıymetini bilemedim.'

***

Uzmanlar 'ağustos yağmurları'nın, genelde şiddetli ve sağanak şeklinde olduğunu, sel felaketlerine neden olabileceğini ve bu nedenle bu yağmurlara karşı daha dikkatli olmak gerektiğini anlatırlar hep.
Başa gelmeyince insana önemsiz gelen bu bilgi, bu yıl yaşadığımız sürekli ve şiddetli yağmurlu günler ile sık sık duyduğumuz 'sel' haberleriyle daha da anlaşılır oldu.
Yurdun değişik yörelerinden haberlere yansıyan sel görüntüleri ürkütüyor insanı.
Yağmur masumdur, seli doğadaki tahribat tetikler,
Suçlu ise doğayı tahrip edendir.

***

Trabzonlu, Erzurumlu arkadaşını Trabzon'a davet eder. Bir süre şehri gezdirir. Sonra da:
'Gel seni şu dağlara çıkarayım da, bir manzara gör.' der.
Dağa çıkarlar ki, her taraf yeşilin her tonunda ulu ağaçlarla kaplı. Trabzonlu:
'Görüyor musun manzaranın güzelliğini!' der.
Erzurumlu şöyle cevap verir:
'İçine ettiğimin ağaçlarından bir b.k görünmüyor ki!'

***

İlkokuldan itibaren 'baltalar elimizde' şarkısıyla doğa katliamcıları yetiştirdik biz. Doğayı inşaata kurban ettik. Toprağı tutan kökü bilemedik. Nektarı, gölgeyi, oksijeni; börtü böceğe yuva, hayata denge olduğunu fark edemedik.
Betonsever iktidardan güç alan 'tahribat timleri' (!), doğaya hiç danışmadan, 'Rızan var mı?' diye sormadan güzelim doğanın içine ederken; derelerin yüzyıllara dayanan alışkanlıkları HES'lerle, kuralsız yapılan dolgularla, yollarla, köprülerle paragözler tarafından değiştirilirken görmezden geldik, sustuk.
Doğanın dengesinin bozulmasına göz yumduk.
Şimdi manzara olarak, selin bıraktığı tahribattan başka bir şey görülmüyorsa,
Kabahat kimin?

***

Doğa konusunda geri dönülmez bir yola girdik. Var olanı korumak yetmiyor artık, girilen yanlış yoldan nasıl çıkabileceğimize kafa yormamız gerekiyor.
Keşke sadece 'ağustosta ıslanmak'la kalsaydık!
'Tanrı, yağmuru özgür bıraktı.'
Şimdi kendi yarattığımız enkazın karşısında,
Gözyaşlarını özgür bırakma zamanı!