Ülke paralarının değerleri sahip olduğu altına göre belirlenirken, birileri 60'lı yılların sonunda altın-döviz bağlantısı kopardı, döviz piyasalarını oluşturdu. Başat aktör olarak 'dolar'ı seçti.
Finansın merkez nüfusuna kayıtlı ülkeler, 70'li yıllarda ekonomi daralınca, sorunu taşra ülkelere sermaye ihraç ederek aşmayı öğrendi. Taşra ülkeler yaratılan spekülatif köpük içinde mutlu mesut yaşarken, artan dış borçlarının farkına bile varamadı.
Sermaye trafiği arttıkça dünya yeni yeni krizlerle tanıştı.
79 borç krizi, 87 borsa krizi, 97 Asya krizi, 2008 yine borç krizi…
Ülkemiz de bazen anında, bazen birkaç yıl sonrasında bu kriz tufanlarından nasiplendi.
***
Şimdi ise, için için gaz çıkaran kırılgan bir ekonomik zemin var dünyada. İnfilak için atılacak bir patlayıcı bekliyor.
Ticaret savaşları, İran ve Rusya yaptırımları, Brexit, AB'deki sıkışıklık, Trump'la ilgili yasal süreç, Suriye'deki olası çok taraflı bir savaş…
Her biri bir patlayıcı;
Birinin patlaması, 'global kriz oyunu'nu sahneye taşıyacak gibi.
***
Merkezin ekonomistleri, kırılgan ekonomileri izliyor ve kendi açılarından önlemler alıyor. Krizin kuluçkaya yattığı iki ülkeyi, Arjantin ve Türkiye'yi özellikle izliyorlar. Korkuları krizin yaygınlaşması...
İyimserler krizin bulaşıcı olmadığını, yerel kalacağını söylüyor.
Büyük resme bakanlar, bu teze 'avuntu' diyor.
ABD 'ben horozum' tafrasında. Faizi arttırıyor, dolar değerleniyor. Böyle olunca dünyaya dağılan sermaye, hızla evine dönüyor. Üstelik bizim gibi sıcak paraya alışık ülkelerde,
'Kriz kapılarını ardına kadar açık bırakarak...'
***
Bu dönemde ülkemiz ekonomisinde sert bir daralma var. Dolar krizi enflasyonu yukarı yukarı çekiyor.
Dövizle yatıp kalkan işletmeleri uyku tutmuyor.
Küçülmeye, harcamaları ertelemeye çalışıyorlar. Sonunun işçi de çıkarmaya, iflas bayrağını çekmeye kadar gideceğinin farkındalar.
Ekranda, köşelerde ekonomiden anladığını iddia edenler ahkam kesiyor. İktidara yakın duranlara göre 'dış güçler saldırıyor'; muhalefet edenlere göre 'ülke kötü yönetiliyor'.
Pazara, markete uğrayan vatandaş ise, etiketlerin cüzdanını nasıl incelttiğini görüyor. Birbirinin tersi yorum yapan ekonomistleri dinliyor; söylenenlere itibar etmeden meraklı gözlerle gelişmeleri izliyor.
Ortada ekonomik bir şeyler var da, bir türlü adını koyamıyor.
Vatandaşın kafası karışık.
***
Cumhurbaşkanı yaşanan kriz için 'Çok büyük bir badire atlattık, iki aya kalmaz toparlarız.' dedi ya;
Bu ülkede daha önce yaşanmış krizlere tanıklık eden vatandaş, Cumhurbaşkanımızın sözlerine endişeyle yaklaşıyor.
Mayıs sonunda 3,8 TL olan doların, 6,6 TL'ye geldiğini görüyor. Özel sektörün borcunun % 70'inin dolar ya da euro cinsinden olduğunu; tüketici kredilerinin bile uluslararası sermayeden fonlandığını biliyor. Banka ve özel şirketlerin yüklü bir ödemeyle karşı karşıya kalabileceğini anlıyor.
'Bak, krizin yüzü fiyat etiketlerinde zaten!' diyor.
***
Badire, 'ansızın ortaya çıkan tehlikeli durum' anlamında. Uzun zamandır aklı erenlerin boğazı yırtılırcasına yaptığı uyarılar ortadayken, bu krize 'ansızın' diyebilir miyiz?
Bu badire değil, resmen vurdumduymazlık!
İç siyasete feda edilen köklü önlemler yerine, sadece günü kurtarma adına ufak tefek önlem almaya çalışanların; borç bulmak için Asya, Afrika, Avrupa ülkelerinin kapısını aşındırmasıyla krizden çıkabilir mi bu ülke?
Hazırlanmış bir 'yol haritası' var mı?
Kimse bilmiyor.
***
'Bu da geçer yahu!' dedi ya Cumhurbaşkanı. Bak bu doğru işte.
Geçer, geçer de;
Geride bir enkaz bırakarak geçer!