Defalarca yazdım ama yaşanan genel seçimler sonrası bir kez daha yazmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bir partinin genel yapısını geçmişi, kadroları, toplumla ilişkisi, parti programları belirler; belirlemelidir. Gelişmiş demokrasilerde partilerin genel yapısını belirleyen bu kriterler sınıfsal temel üzerine oturur ve sermaye emek çelişkisi karşısındaki duruşuna göre de partinin ideolojisi şekillenir. Ancak ülkemizde bunların hiçbiri ön plana çıkmıyor çıkmadığı gibi de durum siyaset ilmi ile uzaktan yakından alakası olmayan bir hal alıyor. O nedenle de herhangi bir seçimde başarısız olan partiler başarısızlığın nedenlerini tartışmayı hep yanlış yerden başlatıyorlar. Örnek mi alın size CHP!
Seçim sonrasında parti içi tartışmalar başladı ve bir ülke klasiği olarak yine genel başkan üzerinde odaklandı bu tartışmalar. Peki ortada başarısızlık varsa bunu sadece genel başkanın değişmesi noktasına indirgemek ne kadar doğru? Değiştirdiniz diyelim ne olacak? Temel yapısını değiştirmeden çatıyı değiştirseniz elinize sağlam bir bina mı geçmiş olacak? Tabii ki hayır.
Ülkemizin tarihi gelişmişliği içerisinde gerek olgunlaşmış bir sermaye gerek olgunlaşmış bir emek kesimi olmadığından partileri parti yapan ana unsurlar yerine liderlerin başı çektiği bir sulta yönetiminin partilerin tüm yapısını belirlemesi ülkemizin dramatik gerçeğidir. Türkiye'nin sınıfsal yapısı, hem sermaye hem de işçi sınıfları açısından çağdaş demokrasilerde gördüğümüzün çok gerisinde kalmıştır. Bu da doğrudur. Türkiye'deki siyasi partilerde başarılı olmanın tek yolu parti genel başkanına yakın olmaktan geçer. Gidip halka yakın olmanın, halkın içinde olmanın ve toplumsal mücadelede bedel ödemiş olmanın hiçbir anlamı yoktur.
Çünkü herkes yine bilir ki ilkeler ve inançlar yolunda ne olursa olsun, ne yapılırsa yapılsın Ankara'da genel başkana yakın olmak, yaklaşmak için yapılan lobiler her şeyden çok daha büyük anlam ifade eder. Dünün muhalifleri de bugünün iktidarı da bunu çok iyi bilmektedirler. Bildikleri için de kendilerine uzak olduğunu düşündükleri genel başkanı değiştirmek için hemen düğmeye basmaktadırlar.
Oysaki CHP tarzındaki muhalif partilerde olması gereken demokratik olmayan siyasi partiler yasasını değiştirmek için mücadele etmek, demokratik iradenin yansımasına engel olan delegelik sistemini ortadan kaldırmak, sivil toplum örgütlerini, demokratik kitle örgütlerini benimsemeyen, dikkate alan bir yapı oluşturmak ve partiye üye olmak isteyen herkesi özgürce hareket etmelerini sağlayacak ortam oluşturarak başkanlığın ayrı liderliğin ayrı şey olduğunun farkındalığını üyelerine hissettirmek olmalıdır. Çünkü sadece başkanlarını değiştirerek başarının geleceğine inanmak siyasi dar görüşlülükten başka bir şey değildir.
Demokratik bir yapıyı oluşturan bir partide elbette lider her zaman değişebilir, değişmelidir de. Hele ki böyle bir seçimden ağır bir yenilgi alarak ayrılınmasına rağmen, tabanın neredeyse tamamı başarısızlık kabul etmişken, kendi üyesi ile adeta dalga geçip, aklıyla alay etmeye kalkan ve CHP'nin aldığı sonucu neredeyse büyük bir başarı hikayesine dönüştürmeye kalkan Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir genel başkan acilen gitmelidir. Ancak eski tas eski hamam sadece tellak değişsin tarzı artık CHP'ye yakışmıyor. Ve CHP'lilerin unutmamaları gerekiyor ki partilerine ideolojik temelde bir mantıkla bakmadan, bu biçimde kök salarak toplumu kucaklamadan bir başarıya imza atacaklarını zannetmek boş umuttan başka bir şey değildir. İster sayın Kılıçdaroğlu gitsin başkası gelsin, ister Kılıçdaroğlu kalsın Genel Başkanlık yapmaya devam etsin. Hiçbir şey fark etmez! Hiçbir şey değişmez! Nasıl Deniz Baykal gidip Kemal Kılıçdaroğlu geldi ve bir şey değişmedi ise Kemal Kılıçdaroğlu gider yerine başka bir Kemal gelir ise bu sistemde yine değişen bir şey olmaz.
Albert Einstein'ın dediği gibi aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek deliliktir. Deli olmamanın yolu ise sorunun yalnızca Genel Başkanlık sorunu değil partinin yapısal sorunu olduğunu görmek ve asıl değişmesi gereken de budur diyerek farklı yöntemler denemektir.