Yazıya nereden başlamalı şimdi? Kadından mı, adamdan mı, çocuktan mı?
Kahrolsun ki her türlü tehlikeye, haksızlığa, zulme, şiddete, baskıya, kötü yaşam koşullarına açık olan çocuklar...
Onun için, çocuktan başlayalım biz yazıya.
Sonra oradan adama, oradan da gücümüzün yettiği kadarıyla kadına geçeriz.
Şimdi zihnimizin bütün gücünü kullanarak birlikte yavaş yavaş ilerleyelim yazının mayın tarlasında.

***

Çocuğa soracak olursan çocuk mutsuz.
Niye?
'Mutsuz abi! Bir türlü memnun olmuyor. Yediği önünde yemediği arkasında oysa… Allah'a şükür, para sıkıntımız yok. Ayağında marka ayakkabı, üstünde marka kıyafetler. Elinde son model, dünyanın parası cep telefonu… Şunu al şuraya koy diyen de yok ona. Sadece ders çalışmak işi, ondan beklenen sadece bu… O da kendi geleceği için. Geleceği için dünya para harcıyoruz mesela. Beş dersten özel ders aldırıyoruz abi. Bugün kaç kişi yapabilir bunu? Kaç çocuk sahip bu imkanlara?'

***

Hastir ulan!
Böyle mi mutlu olur çocuk!
'Bu gün kaç soru çözdün?'
'Üç yüz mü, beş yüz mü?'
'A mı, B mi, C mi, D mi, E mi bu sorunun cevabı?'
Hiçbiri değil!
Ne olacak!
Hadi sen söyle bakalım, hayatın cevabı hangisi?
A mı, B mi, C mi, D mi, E mi?
Hiçbiri değil, değil mi?
Peki ya hayatı ıskalamanın cevabı?
Var mı bunun bir cevabı?
İnsanlar neler yaşıyor neler hayatta.
Ve hayat hiç de bakmıyor, sınavlarda kaç net çıkardığına insanın.

***

Neyle mutlu olur çocuk?
Sinemaya, tiyatroya, konsere giderse kızlı erkekli, bol kahkahalı bir arkadaş grubuyla...
Gruptaki, erkekse, grubun en cilveli, en özgür ruhlu; sanattan; edebiyattan, müzikten, sinemadan, tiyatrodan anlayan; kıvır kıvır kızıl saçları omuzlarına dökülen, ceylan gözlü kızına gönlü hafiften meylederse...
Kızsa, grubun az buçuk entelektüel; sanattan; edebiyattan, sinemadan, müzikten, tiyatrodan anlayan; çevresinde, dünyada ne olup bittiğinden haberi olan; haksızlıklar karşısında hiç değilse bir çift söz söyleyecek kadar, haksızlığa uğrayanın yanında duracak kadar cesur; kendine güveni olan, kişilik sahibi yakışıklı delikanlısına gönlü hafiften meylederse mutlu olur.

***

Burada bir itirafta bulunmam gerekirse...
Profesör Mehmet Öz, bir dönem sürekli konuşuyordu televizyon kanallarında.
İnsanların mutlu olmasının nelere bağlı olduğunu anlatıyordu.
Ona göre mutluluğun sırlarından biri de, eşlerin haftada en az iki kez sevişmeleri, birlikte olmalarıydı.
Kendisi de doktor olan babasına sordular bunu bir televizyon programında.
'Oğlunuz böyle diyor?'
Güldü. Çok babacan bir insan…
'Vallahi,' dedi, 'Ben, Mehmet'in de bu işi haftada iki kez yapabildiğine inanmıyorum!'
Şunu da söylemiş miydi bilmiyorum,
'Belki de hiç yapamadığı için bunu evirip çevirip söylüyor kerata!'
Açıkçası, itiraf etmem gerekirse, benim de öyle kızlı erkekli, bol kahkahalı arkadaş grubum olmadı hiç.
Erkek yatılı okulunda, bazı arkadaşlarımız okulların paydos saatlerinde okulun iki insan boyundaki tel örgülerinin önüne toplanıp okullarından çıkmış evlerine giden liseli kızlara bakarlardı.
Duyurabilirlerse laf atarlardı.
Biraz efendi olanlar arkadaşlık teklif ederdi, hiç olmayacak bir işe soyunur gibi.
Biz yoksul, gariban Anadolu çocukları başımızı o tarafa çeviremezdik bile utançtan.
Bir suçumuz varmış gibi başımız önümüze eğip geçerdik oradan.
Güzel bacaklı güzel kızları yalnızca rüyamızda görebilirdik o gün aklımızı biraz bozmuşsak.
İşte mesele bundan ibaret…
Kim mutlu ki bu dünyada?

***

Adamla kadını da başka bir yazıda yazalım artık. Gücümüz bu kadarmış.