Cumhuriyet yazarı Aydın Engin, yazının başına oturduğunu ama bir şey yazamadığını yazmış:
'İnanmayacaksınız ama tam 80 dakikadır bilgisayarın ekranına bakıyorum. Üstünde tek bir harf bulunmayan ekran da ister istemez bana bakıyor.'
Yılların köşe yazarı…
Binlerce yazı yazmış şimdiye kadar.

***

Aydın Engin'inki farklı tabi.
Aklının, Ağır Ceza Mahkemesinde iki gün üst üste görülecek olan duruşmasında olduğunu, o nedenle yazı yazmakta zorlandığını açıklamış.

***

Bizim gibi hariçten gazel okuyan, mevsimlik işçilere benzeyen kadrosuz, yazı heveslisi yazarlara gelince…
Bizim dahi, sınırlı sayıda okuyanımız olmasına rağmen, yazmakta zorlandığımız anlar oluyor.
Mesela Sultan sürekli uyarıyor:
'Aman ha!'
Haberleri izliyoruz akşam yemeklerinde mutfaktaki televizyondan. İster istemez kimi haberlerle ilgili yorumlarda bulunuyorsun.
Tepki gösteriyorsun.
Tanrı biliyor ya, Tanrı'nın bildiğini sizden saklamaya lüzum yok, sövüp sayıyorsun ara sıra da.
Bakmayın siz bizim yazıp çizdiğimize; basit, sıradan Anadolu insanlarıyız biz; hiçbir şeye gücü yetmeyen, arkasız, kalesiz, kimsesiz…
Gücünün yetmediği yerde ne yapar insan?
Ya Allah'a havale eder ya da sövüp sayar.
Biz ikisini de yapıyoruz.
Sağlam olsun diye!
Ne yapalım, başka bir şey gelmiyor ki elimizden.
Bir de yazı yazabiliriz.
Hayır! Yazamayız!
İşte orada Sultan giriyor devreye.
'Sakın ha!' diyor. 'Dört duvarın arasında kalsın bu söylediklerin. Yazılarında ima bile etme bunları.'
'Yahu eder miyim? Peynir ekmekle mi yedim ben aklımı?' diyorum.
Ne diyeyim.
Benim biraz yola geldiğimi görünce de…
Her defasında ama!
Kadınlar! Asla pes etmiyorlar!
'Yuvayı dişi kuş yapar,' derler. Yuvayı koruyup kollayan da yine dişi kuştur.
Biz adamlara kalsa!... En ufak sorunda devirip dökeriz. Neyimize güveniyorsak.
Sonrasında da perişanlık paçalarımızdan akar. Karnımızı bile doyuramayız.
Döke saça, mutfağı birbirine katarak bir şeyler pişirip taşırabilirsek ne ala. Sadece boğaz değil tabi; hayata tutunabilmek de pek kolay değildir biz erkekler için, yufka yürekli bir kadınımız olmayınca.

***

Benim yola geldiğimi görünce, yuvasına zarar geleceği kaygısıyla;
'Hiç yazı yazmasan?' diyor.
Aklıma Adnan Yücel geliyor o an.
Doksanlı yıllardı sanırım. Halil İbrahim Özcan cezaevindeydi seksen ihtilali sonrası.
Onun; uzun boylu, çok güzel bir kız arkadaşı vardı Adana'da. Biraz ticari amaçlı, biraz magazin içerikli bir dergi yayımlıyordu. Ara sıra bana da bir şeyler soruyordu. Sanat, edebiyat falan…
Röportaj yapabileceği şair sordu. Adana'da en ünlü şair Adnan Yücel'di.
Şiir, öykü, yazı yazan çoktu ama…
Ben de dahil, hepimiz okuma yazma heveslisi, ona rağmen kendini değme şair, yazar zanneden amatörlerdik.

***

Gitmiş röportaj yapmaya.
Adnan Yücel kovmuş bunu. Kovulacak kız mıydı? Çok güzel, manken gibi bir kızdı. Ne sorduysa,
'Şiir yüzünden karımı boşadım ben, sen ne sorduğunun farkında mısın!' demiş.

***

Ne olursa olsun yazmaya devem edeceğimiz kesin…
Hal böyle olunca, ne yapacaksın, durumu idare etmeye, her şeye rağmen yazmaya devam etmeye çalışıyorsun havadan sudan yazılarla.
Oysa kim ne yapsın bizim ne yazıp ne yazmadığımızı? Şunun şurasında kaç kişi okuyor ki yazdığımız şu yazıları? Bizim en büyü zırhımız okunmamak zaten! Doğal dokunulmazlığımız var yani!
Yine de, buna rağmen içimizde bir kaygı...
Biraz gülünç, biraz üzüntü verici, biraz korkunç, biraz ürpertici bir kaygı…