Bir şeyin imkansız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkansız olduğunu size ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyi yapabileceğinize inandığınızda, gerçekten inandığınızda, aklınız onu yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardım etmek için çalışmaya başlar. / David Joseph Schwartz

Bu sebeptendir ki geçmişten günümüze hep kadınlara cam tavan sendromu yaşatılmıştır. İlk kadın muhabir Vasfiye Özkoçak'a her ne kadar cam tavan sendromu yaşatmaya çalışsalar da, mücadele edip, yenik düşmemiştir.

Cam tavan sendromu; Bilim insanları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görür. Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışır ama başlarını tavandaki cama çarparak düşer. Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplar, tekrar başlarını cama vururlar. Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çeker. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenir.

Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkanları vardır ama buna hiç cesaret edemezler. Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı 'hayat dersi'ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkanları vardır ama kaçamazlar. 'Çünkü engel artık zihinlerindedir'. Onları sınırlayan dış engel kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel varlığını sürdürmektedir.
'İnsan niçin denemekten korkar? Kaybetmekten korktuğu için! Çaresizliği öğrenmiş kişiler sürekli, 'Bir daha başarısızlığa uğramamak için ne yapmalıyım?' sorusuna cevap arar. Buldukları cevap ilginçtir: 'Hiçbir şey yapmamak!'
Cumhuriyet dönemi basın tarihimize damgasını vurmuş isimlerden biri olan Türkiye'nin ilk kadın Adliye Muhabiri Vasfiye Özkoçak'ın çalışma yaşamı anılarına ilişkin iş hayatında kadın mücadelesine güzel bir örnek:
'Bir gün üniversiteden hocam olan Burhan Felek, beni Cumhuriyet gazetesinde iş vermek için çağırdı. Böylece 1952 yılında muhabir olarak çalışmaya başladım. Gazetedeki erkek arkadaşlar önce şaşırdılar. Kendi aralarında, 'Genç bir kızın, erkeklerin arasında ne işi var, gitsin evinde otursun' diye konuşmuşlar.
'Kimi, nasılsa birkaç gün sonra dayanamaz kaçar; kimi, koca bulmaya gelmiş, yakında bulur gider demişler. Uzun yıllar da böyle düşünmüşler. Onlar öyle düşünseler de, ben işimden evlenmeye hiç vakit bulamadım. Yaşamı, gazetecilik olarak kabul etmiştim.'
'İlk günlerden birinde, 'Milli Eğitim'in toplantısı var, sen gideceksin' dediler. Verilen adrese gittim. Hep erkek ve eğitimciye benzer kimse yok! Meğer, Milli Eğitim'in değil, hamalların kongresiymiş. Beni içeri almıyorlar. 'Gazeteciyim, Cumhuriyet Gazetesi'nden kongrenizi izlemek için geldim', diyerek kendimi tanıttım. Şaşkın şaşkın bakıp, 'Olmaz öyle şey' dediler. 'İşimi yapmam lazım' deyip, içeri girdim. Fakat, salonda kavga var! İri yarı adamlar, birbirine girmişler! Arada kaldım. Zorlukla haberi yazdım, resimler çekildi, işim bitti. Gazeteye, işimin bittiğini geleceğimi söyledim. 'Gelme, sonuna kadar kal' dediler. Akşam gazeteye gittiğimde vücudumun tamamı kıpkırmızı kabarmıştı. Ürtiker olmuştum. Sonradan öğrendim ki, onlar hamallar kongresinde hep kavga olduğunu biliyorlarmış! Beni bilerek, bir an önce kaçırmak için oraya göndermişler.'
İlk zamanlarda bu tür olayları çok yaşadım. Korktuğum anlar oldu, ama hiç belli etmedim. Onların isteklerinin yerine gelmesine hiçbir zaman izin vermedim. Ben bunları, beş yıl önce; bir toplantıda, o günlerden bir arkadaşım kürsüde konuşurken, Feyyaz Toker de dahil, 'Ne yaptıysak kaçıramadık' dediklerini öğrendim.
İş ayrımı yoktu. Herkesin yapacağı iş, günlük olarak bir deftere yazılırdı. Herkes deftere bakıp adına yazılmış işi alır, giderdi. Erkek arkadaşlar, 'Kadındı, başaramadı' demesinler diye çok çalışırdım.
Önce iş yaşamı, polisiye olaylar, politika ve daha sonra da 1955 yılından 1993 yılına kadar adliye muhabiri olarak çalıştım. Ben adalete çok önem veren bir insanım ve adliye muhabirliğini de bu nedenle severek yaptım. Adalet insanlığın temelidir. İnsanı insan yapan şeydir adalet. Bir gün Cevat Fehmi Başkut bana dedi ki, 'Sen adliye muhabiri olduktan sonra artık hikaye yazılmıyor, haber yazılıyor'.
'Sağcılar beni solcu, solcular sağcı bildiler. Ben gazeteciydim, işimi yaptım. Yanlış bulmuşsam babam olsa, affetmez, yine yazardım.'