Üstat Önder Baloğlu kendi mi anlatmıştı…
Biliyor musunuz, üstada rahmetli falan demek gelmiyor içimden hiç.
Vakitsiz…
Ve ansızın gelen bir ölümdü onunki...
Kendisi mi anlatmıştı, yoksa yazılarında mı okumuştum…
Her ikisi de olabilir.
Çünkü kimi zaman yazılarında yazdıklarını da yeri geldiğinden anlatırdı.
Kimi zaman da,
'Bak bunu hiçbir yerde yazmadım…' diye başlayıp anlatırdı.
Kendini üstadın gözünde daha bir özel hissederdin o zaman.
***
Yeni taşındığı mahallede ilk günün sabahı en yakın gazete bayiine gidip o günün bütün gazetelerini almış.
İki de ekmek.
Elindeki listeye bakıp birkaç şey daha.
Bu her gün böyle tekrarlanınca…
Bayi sahibi dayanamayıp sormuş,
'Hemşerim sen hangi apartmanın kapıcısısın, yeni mi başladın işe?'
***
Kaç kişi sekiz, on gazete alır her gün?
Ama üstat prensip sahibiydi.
Her sabah bütün gazeteleri alıp okur, ondan sonra yazardı yazılarını.
Yani öyle ortalama ifadelerle, kahve kültürüyle, kulaktan dolma bilgilerle kafadan sallama değil.
En çok da okumadan yazanlara kızardı.
'Önce okuyun sonra yazın!' derdi.
Ama bilmezdi ki bizde okuyandan çoktur yazan.
Ve çoğu da öyle hünerlidir ki yazmak için okumaya hiç ihtiyaç duymaz!
Yani, 'okumadan alim, yazmadan muallim' cinsindendir.
***
İşte…
İşte böyle bir alemde üstat her sabah sekiz on gazeteyi, parasını tıkır tıkır sayarak alıp okudu yıllar yılı.
'Bekçi Mürteza' kadar hassastı mesleğinde üstat; okumadan yazmazdı.
***.
Anlattım kendisine.
'İnternetten istediğin gazeteyi, istediğin köşe yazarını okuyabilirsin, okuduğun yazı hakkında yorum yapabilirsin, yazıyı kopyalayıp saklayabilirsin,' dedim. 'Her sabah gazete bayiine gidip bütün gazeteleri eve taşımana gerek yok.'
Pek ilgilenmedi.
Belki de parasını ödemeden okumayı ahlaki bulmuyordu.
'Sen gazetenin internet sitesini ziyaret ettikçe gazete para kazanır,' dedim.
Yine tık yoktu üstatta.
Her gün o günün gazetelerini alıp okumaya, yazılarını daktiloyla saman kağıtlara yazmaya, filmleri sinemada izlemeye devam etti.
Ve garip bir şekilde herkesten daha iyi yazdı yazıyı.
***
Ben de Cumartesi günü, üstadı hatırlayarak, sabah erkenden gazete bayiine gidip Sözcü'yü aldım.
İnternetten okumak yerine, eskiden olduğu gibi, sayfalarına dokunarak okumak istedim o gün.
İlk sayfada,
'19 Mayıs Basın Özgürlüğü Özel Sayısı' manşeti vardı.
Sayfanın sonrası boştu.
19 Mayıs Cuma günü gazeteye yapılan operasyonu protesto etmek için ilk sayfayı boş bıraktıklarını düşündüm.
Aceleyle, okumak için ilk sayfayı çevirdim.
İkinci sayfa da boştu.
Üçüncü sayfa da, dördüncü sayfa da, beşinci sayfa da, son sayfa da boştu.
Gazeteyi katlayıp mutfak masasına koydum.
Peynirin, zeytinin, çayın, ekmeğin yanına…
Gerçekten de okumak istediğim yazılar vardı. Kahvaltı masasında; eşimle, kızımla sohbet ederken, çay içerek okumak istiyordum yazıları, haberleri. Sadece okumak istiyordum.
Hiçbir şey okuyamadım.
İnsan okumadan nasıl yaşar?
Okumadan, öğrenmeden, bilmeden, haber almadan…