Lozan Konferansı açılış toplantısı 20 Kasım 1922 de Montbenan Gazinosu büyük salonunda yapılır. İsviçre Konfederasyonu Başkanı M. Haab'ın konuşmasıyla açılan toplantıyı izlemek üzere gelenler arasında Fransa Başbakanı Poincare ve İtalya Başbakanı B. Mussolini de bulunmaktadır. Türk delegasyonunun haberi olmaksızın hazırlanan programa göre, M. Haab'ın konuşmasını konferans adına Lord Curzon yanıtlayacak ve açılış toplantısı sona erecektir. Konferans çalışmalarının Ouchy Şatosu salonlarında sürdürülmesi planlanmıştır.

Ödünsüz Tavır

Bu programı öğrenen İsmet Paşa şiddetle itiraz eder. Bu programın eşitlik ilkesine uymadığını, eğer konferanstaki taraflardan biri adına konuşma yapılıyorsa, diğer taraf adına da bir konuşma olanağının sağlanması gerektiğini ileri sürer ve 'Eğer Lord Curzon konuşacaksa, ben de konuşurum' diyecektir. İsmet Paşa'nın bu tutumu, belki diplomatik bir anlayışa pek uymaz. Ancak Mustafa Kemal, İsmet Paşa'yı bunun için seçmiştir. Ankara Hükümeti'nin beklentilerini en açık bir şekilde ortaya koymak istemekte ve diplomatik anlayış pek de umurunda değildir. Sonunda ' eğer bana da konuşma olanağı tanımazsanız geri dönerim' diyen İsmet Paşa'nın bu ödünsüz tavrı karşısında kendisine de konuşma hakkı tanınır. Çok güzel bir konuşma yapan İsmet Paşa, Türkiye'nin de barışa özlem duyduğunu dile getirir ve bağımsızlığa gölge düşürmeyecek, onurlu bir barış istediklerini söyler.
Gerçektende, konferans başlarken İsmet Paşa'nın iki noktada çok büyük duyarlılığı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi 'Eşitlik İlkesi'dir. Türkiye kendini, konferans için çağrı yapan devletler kadar yetkili ve bu devletlerle eşit görmekte ve haklı olarak da bundan ödün vermek istememektedir. İsmet Paşa'nın duyarlı olduğu ikinci nokta; masa başına Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın 'galibi' olarak oturmak istemesidir. Buna karşılık müttefikler Türk delegelerini I. Dünya Savaşı'nın 'yenilmiş' Türkiyesinin temsilcileri olarak görmekte ve buna uygun bir tavır beklemektedir. İsmet Paşa'nın bunu kabul etmesi mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında İsmet Paşa'nın diplomasi açısından yoruma açık kimi çıkışları daha iyi anlaşılabilir. Ayrıca, Mustafa Kemal'in İsmet Paşa'yı Dışişleri Bakanı yapmak ve Lozan'a Baş Delege olarak göndermek istemesinin temel nedenini de burada aramak gerekir. Türkiye Barış Konferansı'nda 'salon adamlarıyla' değil, cephelerden gelen ve elbiselerine sinmiş olan barut kokusu henüz çıkmamış, 'muzaffer' bir komutanla temsil edilmekte ve Misak-ı Millisinden hiçbir ödün vermeden ve tüm dünya devletlerine 'bağımsız' varlığını ve kişiliğini onaylatacak bir katılıkta pazarlık etmektedir.

Konferansın Çalışması

Lozan Konferansı'nın 20 Kasım 1922 de kabul edilen iç tüzüğünün beşinci maddesine göre konferansa davet yapan ülkelerden her birinin bir temsilcisinin başkanlık edeceği üç komisyon kurulacaktır. Birinci komisyon, İngiliz delegesi Lord Curzon'un başkanlığı altında çalışacak ve 'Ülke ve Askerlik Komisyonu' adını taşıyan bu komisyon 'Boğazlar Rejimi' ni de ele alacaktır. İkinci Komisyon, 'Türkiye'de Yabancılar ve Azınlıklar Komisyonu' adını taşımakta ve başkanlığını İtalyan delegesi Garroni yapmaktadır. Fransız delegesi Barer'in başkanlığını yaptığı üçüncü komisyon, 'Maliye ve İktisat Sorunları Komisyonu' adını taşımakta ve kendi içinde beş yardımcı komisyona bölünmektedir. Bu yardımcı komisyonları ve işlevleri şöyle sıralanabilir: Birinci yan komisyon Düyun-u Umumiye'nin bölüşümü, işgal giderlerinin ödenmesi, Türkiye'nin Yunanistan'dan istediği Tazminat vb. gibi salt mali sorunlarla ilgilenecektir. Çok ilginç bir nokta olarak müttefikler işgal giderlerinin Türkiye tarafından ödenmesi istemektedirler.
İkinci yan komisyon, limanlar, demiryolları, posta, telgraf, hava ulaşımı, kambiyo vb. gibi ulaşım ve ulaştırma işleriyle ilgilenecektir. Üçüncü yan komisyon, ticaret, gümrük tarifeleri, ticaret gemileri, emlak, edebiyat hakları, güzel sanatlar vb. gibi hususlarla uğraşacaktır. Dördüncü yan komisyon ise iktisat sorunlarıyla ilgilenecektir. Bunlar arasında savaş ve işgal dönemine ait sorunlar, Türkiye tarafından zaptedilen mülklerin geri verilmesi, terk edilen topraklardaki Türk mülkleri sorunu vb. vardır. Nihayet beşinci komisyon, sağlık sorunlarıyla ilgilenecektir.

Görüşmeler Kesiliyor

Lozan Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 de başladıktan iki buçuk ay sonra 4 Şubat 1923'de kesilir. Daha sonra 23 Nisan 1923 de yeniden toplanan konferans üç aylık bir çalışmadan sonra 24 Temmuz 1923 de antlaşmanın imzalanmasıyla sona erer.
Konferansın temel sorunları, Trakya'daki sınır, Boğazların durumu ve geleceği, Yunanistan'ın ödemesi istenen savaş tazminatı, Musul sorunu ve özellikle Kapitülasyonlardır. Ayrıca Osmanlı borçlarının 'ülke esasına' göre ödenmesi konusunda Ankara'nın ödünsüz bir talebi vardır. Ancak tüm bunların dışında ve ötesinde Türkiye için Lozan Barış Konferansı; 'bağımsız bir devlet' 'varolabilme' ve 'uluslararası camiada yer alabilme' mücadelesinin birinci aşamasıdır. Ankara'nın bu beklentisi diğer tüm beklentilerinin önünde yer almaktadır.
Ancak müttefikler çok farklı beklentiler içindedirler. Özellikle kapitülasyonlar üzerindeki tutumları, akıl almaz bir tutumdur. Birinci Dünya Savaşı'na girdiği gün tüm kapitülasyonları lağvettiğini ilan eden Türkiye'den, şimdi kapitülasyonları tekrar yürürlüğe sokmaları ve hatta belli ölçülerde genişletmeleri istenmektedir. Müttefiklerin bu tutumlarına karşın İsmet Paşa kesin görüşünü şöyle belirtir ; 'Türkiye, kapitülasyonlar yerine, hiçbir şekil, hiçbir kayıt, hiçbir imtiyaz kabul edemez, etmeyecektir'.

Musul ve Boğazlar

Konferansın bu aşamasında Musul sorunu üzerinde çok tartışmalar yaşanır. Ancak sonuç alınamayacağı anlaşıldığından, bu sorunun çözümü Lozan sonrasındaki ikili görüşmelere bırakılır. Eğer yine bir sonuç alınamazsa, Türkiye, Milletler Cemiyeti'nin (Cemiyet-i Akvam) arabuluculuğunu kabul eder. Konferansta en hassas konulardan birinin de 'Boğazlar Sorunu' olması beklenmektedir. Zaten Karadeniz'e kıyısı olan ülkeler de işin bu aşamasında toplantıya katılırlar. Ancak hemen herkesi hayrette bırakan bir tutumla Türkiye, bu konudaki İngiliz teklifini kabul eder ve boğazların 'ulusların bir denetime' tabi olmaları ilkesini onaylar. Oysa ki, Rusya ve Ukrayna, Boğazların tümüyle Türkiye'nin denetimine bırakılması ve ' kapalılığı' ilkesi konusunda tüm ağırlıklarını koymuşlar ve Türkiye'den yana tavır almışlardır. Bu çerçeve içinde boğazların silahlandırılması da söz konusu olmaktadır. Konferansın bu aşamasında Türkiye'nin İngiliz teklifini kolayca kabul etmesinin nedenleri konusu çok tartışılmıştır. (Devam Edecek)