Bugün 6 Mart 2018…
Keşke o halk sözünde belirtildiği gibi, 'Kazma/ kürek yakıyor olsaydık…'
Ne yazık ki ülkemizde 16 yıldır içten içe sürmekte olan 'Demokrasi yangını', tam 593 gündür 'OHAL' adı altında artık iyice harlanmış durumda…
Ve ülkemde 35 yıldır süren 'İç barış yangını' da son 46 gündür çok tehlikeli bir biçimde 'dış barışa' sıçramış durumda…
Üstelik barış ve demokrasi yangınları sürekli olarak birbirlerini körüklüyorlar…
Bu arada, 'Eskişehir'i tehdit etmekte olan Kömürlü Termik Santral yangını' da gözlerden kaçırılıyor…
Dileğimiz, artık yürek yakan bu yangınların bir an önce söndürülmesidir.
Ama biliyoruz ki bu yangınlar kuru dileklerle sönmez…
Barışa ve demokrasiye daha sıkı sarılmak; yangınlara karşı daha azimli ve daha kararlı mücadele etmek gerekiyor.
Ve öncelikle de 'demokrasi tarihimizdeki yangın söndürücü deneyimleri korumak ve geliştirmek gerekiyor…'
İzninizle içinde bulunduğumuz şu Mart ayında, ülkemizde ve dünyada barış ve demokrasi mücadelesi tarihi açısından önemli bulduğum iki yangın söndürücüyü sizlerle paylaşmak istiyorum.
*******
İÇİ BOŞALTILAN DEVRİM YASALARI
Cumhuriyet devrimimizin (özellikle laikliğin) kök salmasında ve güçlenmesinde çok önemli olan ve 3 Mart 1924'te TBMM'de kabul edilen 'Üç kardeş yasa', ne yazık ki son yıllarda tamamen işlevsiz duruma düşürüldü. Şöyle ki:
  1. 429 Sayılı yasayla 'Din İşleri Bakanlığı kaldırıldı…' Ama bugünkü 'Diyanet İşleri Başkanlığı' sahip olduğu yetkilerle ve bütçesiyle kaldırılan eski Bakanlığı aratmayacak bir konumdadır…
2. 431 Sayılı yasayla 'Halifelik kaldırıldı…' Ama bugün TBMM'de 'Siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz…' zihniyetinde olan bir 'parmak çoğunluğu' var…
3. 430 Sayılı 'Öğretim Birliği Yasası' ise bugün tamamen kevgire döndürülmüş durumdadır…
AKP/RTE iktidarı 16 yıldır adım adım ördüğü 'dinsel eğitim' zeminini, dayattığı '4+4+4 Kesintili Eğitim' sistemiyle taçlandırarak; eğitimin laik, bilimsel ve demokratik içeriğini tamamen boşaltmıştır.
Ülkemizdeki son durum, 'Laiklik olmadan demokrasinin yaşayamayacağı…' gerçeğinin acı bir örneğidir.
Bu acı örnekten, 'başta laikliği önemsemeyen radikal sol ve sözde liberal gruplar olmak üzere' tüm duyarlı yurttaşlar ders çıkarmak durumundadır…
*******
8 MART 1857'DEN GÜNÜMÜZE KADINLARIMIZ…
Kadınlara bağışlanan 8 Mart'ın tarihçesini kısaca anımsayalım:
  • ABD' de 8 Mart 1857 günü, daha iyi çalışma koşulları istekleriyle greve giden işçilere karşı yapılan saldırılarda kadınıyla erkeğiyle 129 emekçi öldürülüyor.
  • 27 Ağustos 1910'da yapılan 'Sosyalist Kadınlar Konferansı' nda o saldırılarda ölen kadınlar anısına 8 Mart tarihi 'Dünya Kadınlar Günü' olarak kabul ediliyor.
  • 1921 yılında yapılan '3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda bu özel günün adı 'Dünya Emekçi Kadınlar Günü' olarak belirleniyor.
  • 16 Aralık 1977'de BM Genel Kurulu, 8 Mart'ın 'Dünya Kadınlar Günü' olarak anılmasını kabul ediyor.
  • Türkiye'de ilk kez 1921'de 'Emekçi Kadınlar Günü' olarak kutlanan 8 Mart, özellikle 1975'ten sonra yaygın ve yığınsal olarak kutlanmaya başlanıyor. 12 Eylül darbesinden sonra bir süre ara verilen kutlamalar 1984'ten bu yana çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.

8 Mart'ın gerçek adının 'Kadınlar Günü mü, yoksa Emekçi Kadınlar Günü mü olduğu?' tartışmaları uzun yıllardan beri yapıla gelmektedir… Doğal olarak bu tartışmaların temelinde ideolojik/ politik anlamda farklı yaklaşımlar yatmaktadır.
Bu tartışmalarda bir taraf 'Emek sömürüsünü kadın imajıyla kapatmaya çalışırken…', diğer taraf da ' Emeği yücelterek kadın hakları gerçeğini gölgede bırakıyor…'
Her 8 Mart gelişinde nice hamasi nutuklar atılıyor kadınlarımız için…
Kimimiz, 'Sözde cenneti kadınların ayaklarının altına sererek…' sömürüyoruz onları… Kimimiz de 'Töreye kurban ederek…'
Yani özellikle 8 Mart'larda 'dinsel ve etnik kökenli ya da demokrasi dışı sapkın ideolojilerin temel dolgu maddesi olarak kullanılıyor kadınlarımız…'
Oysa toplum olarak yılın diğer 364 gününde 'kadınlarımızla yaşamı eşitçe paylaşmayı' bir türlü öğrenemedik.
Kadınlarımız deyince benim aklıma hemen Nazım Hikmet'in o destansı Kuvayı Milliye şiirinin 7. babında anlatılan kadınlarımız gelir. Bir bölümünü paylaşalım:
'Ve kadınlar / bizim kadınlarımız; / korkunç ve mübarek elleri / ince küçücük çeneleri, kocaman gözleriyle / anamız, avradımız, yarimiz / ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen / ve soframızdaki yeri / öküzümüzden sonra gelen…'
Nazım'ın o şiirinden bu yana çok yıllar geçti; köprülerin altından çok sular aktı…
Ama kadınlarımızın durumu, toplumsal konumları pek değişmedi. Kadınlar dünya çapında hırpalanıyor, susturuluyor, görmezden geliniyor.
Özellikle Türkiye'de bugün kadınlarla ilgili cinayet, şiddet, tecavüz, aşağılama gibi konularda dünya rekorları(!) kırılıyor…
Ne yazık ki ülkemizde kadınlarımızın toplumsal yeri de 'erkek-egemen bencilliklerden sonra geliyor…'
Yani kendileriyle ilgili özel bir günde bile 'çifte kavrulmuş bir biçimde sömürülüyor kadınlarımız…'
*******
Ülkemizde son yıllarda tehlikeli boyutlara ulaşan 'Barış ve demokrasi yangını' elbette söndürülecektir.
  • Bu yangın, 'Barış ve demokrasi güçlerinin birleşe birleşe ve direne direne verecekleri mücadele ile ' söndürülecektir.
  • Bu mücadele, 'Bilimin ve demokrasinin evrensel ilkelerinden kesinlikle sapmadan' sürdürülecektir…

Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla…