Hemen her şenlikte yer alan yarışmayı hepimiz biliriz:
'Sandalye kapma yarışı'
Halka şeklinde ortaya konan sandalyelerin etrafında, sayıca bir fazla oyuncu müzik eşliğinde dans ederken, aniden müzik kesilir.
Biraz önce mutlu mesut birbirine gülümseyenler sandalye kapma savaşına girişir, itişerek kakışarak bir sandalyeye yerleşmeye çalışırlar.
Ta ki, boş sandalye kalmayıp kıymetli popoları açıkta kalıncaya kadar.

***

Yarışın en önemli özelliği, oyunun başında şansın oldukça yüksekken, sonuna doğru sandalye kapma ihtimalinin giderek azalmasıdır.
Hele bir de kural değiştirip oyuncu sayısı sürekli arttırılırsa..!
Nağmelerin esrikliğinde gülen yüzler asılmaya, kaşlar çatılmaya, dişler gıcırdamaya başlar; omuz atmaya, hakaret etmeye, iftira atmaya kadar gider.
Sandalyeyi elde etmek için organize olmak, çeteleşmek, entrikalar düzenlemek sıradan hale gelir.
Herkes kendi poposunun sandalyeye daha uygun olduğuna inanmaktadır.

***

Yüz yıllardır mütedeyyin kesimin 'bidat' anlayışından beslenen cemaat/tarikatlar için, devletin yönetim koltukları oldukça caziptir.
Orada iktidarın gücünü kullanma, kayırmacılık, rant, zenginlik; hiçbir şey üretmeden, emek harcamadan 'bir eli yağda, bir eli balda' yaşama şansı vardır.
Kendilerine karşılıksız bağlananlara ahret mutluluğunu anlatırken, yerleştikleri sandalye ölçüsünde dünyalıklarını çoğaltma olasılıkları vardır.

***

Çok önceden, 'güçlendikçe ya birbirlerini yerler, ya da birbirinin içinde absorbe olurlar' diye yazmıştım.
Bir zamanlar üzerine toz kondurulmayan, ortak yönleri 'anayasal düzeni yıkmak ve sadece kendilerinin egemenliğindeki bir devlet ve yaşam tarzını dayatmak' olan FETÖ'cü, Furkancı, Adnan Hocacı cemaatlerin gerçek yüzleri ortaya çıkıp da operasyonlar yapılınca,
Ortaya çıkan boşluğu doldurmak için diğer cemaat/tarikatların kıyasıya bir mücadeleye başladıklarını gördükçe haklılığım gözler önüne serilmeye başladı.

***

Yandaş yayın organlarında da, köşe yazılarında da çatışmanın belirtileri göze batar hale geldi.
Yıllarca hak ve hukuk isteyenlere, demokrasi ve çağdaşlık türküsü söyleyenlere beraber kükreyenler; birbirlerini incitmeden, kırmadan aynı yolda yürüyenler;
Azalınca sandalye sayısı,
Ya da çoğalınca sandalye talipleri,
Attıkları 'küçük' taşla, incitirken 'çiçek'in yapraklarını; 'çiçek' de tüm zehrini 'küçük' taşların üzerine dökebilir hale geldi.

***

İslamiyet'te 'ruhban sınıfı'nın olmadığı bilinmesine rağmen,
Yalın, temiz dinimiz hakkında bizleri aydınlatmakla görevli ilahiyatçı akademisyenlerin,
TV ekranlarına çıkarak, İslam coğrafyasındaki geri kalmanın, Osmanlı'daki 'çürümenin sembolü' olan cemaat/tarikatları,
'İyi-kötü ikilemi' sınırlarına çekerek kutsadıklarına,
Kurumsallaştırma ve 'meşru' kılma çabalarına tanık oluyoruz bu günlerde.

***

Ülkemizde faaliyette olan onlarca cemaat/tarikatların, bu 'sandalye yarışı'nda yer aldığını, birbirlerine düştüğünü ve çeşitli entrikalara başvurduğunu görünce,
Aklıma Dostoyevski'den bir pasaj takılıyor:
'Şeytan uyuyakaldı bir gün. Rüzgar sert esti.
Üç tüy düştü şeytandan dünyaya. Biri paraya yapıştı, diğeri mevkiye, öteki de ihtirasa.
O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı.'