Henüz üzerinden şaibe gölgesi kalkmayan, 16 Nisan referandumuyla başkanlık rejimine geçiverdik.
İktidardakiler, 'bu rejim değil, sistem değişikliğidir' söylemini hap yapıp yutturdular; üstüne de, 'malumun ilanı' söylemini su niyetine içirdiler.
Yıllarca başkanlık rejimine karşı esip gürleyen yandaş zevat, birden başkanlığın erdemlerini keşfetti; yeni sistemin megafonluğuna soyundu.
Hadi olgunluk bizde kalsın;
'Tükürdüklerini yaladılar' demeyelim.
***
Referandum sonrasında bağımsız ve tarafsız (!) Cumhurbaşkanımızı genel başkanlık koltuğuna oturtan iktidar partisinin üyeleri ve yandaşları, daha sandık harareti sönmeden söylemleriyle ülkeyi 'seçim atmosferi'ne sokuverdiler.
Her türlü toplantı, açılış vb. fırsatı değerlendirir oldular. Nerede kürsü/mikrofon/kamera görseler; etkinliğin içeriğini ve önemini ellerinin tersiyle itip ortamı siyasi konuşmalarla, sataşmalarla, göndermelerle bezemeye başladılar.
Bu ne anlama geliyor sizce?
Sıradan etkinlikler propaganda kokan cümlelerle parlatıldığına göre,
Yakında 'seçim var' demektir;
'Erken ya da baskın bir seçime hazır olun!'
***
Yaratılan atmosferde, iktidarın uzun yıllardır bildiğimiz seçim stratejileri de açık seçik görülüyor zaten:
'Mağdur olduğunu iddia etme'
'Gerginlik yaratma'
***
Askeri ve bürokratik vesayet, başörtüsü, imanlı yurttaşın baskı altında tutulmasından başlayan; FETÖ'nün kumpaslarına, darbe girişimine, zikzaklı Suriye politikalarına, diğer ülkelerin bizi kıskanıp düşmanlık etmesine uzanan, sanal mağduriyet argümanları yeniden gündeme alındı.
AB ülkelerindeki seçimler, işin edebiyatını yapmak için önemli bir fırsat oldu.
Voleybol oynar gibi…
Topu Avrupa sahasına atıyorsun, (tam seçim öncesinde tutacak değiller ya) bir manşetle geri gönderiyorlar. Artık top sende, yüklen de yüklen!
Mağduriyet garanti..!
***
Her ortamda, 'gerginlik sofrası'nın ana yemeği olarak Kılıçdaroğlu servis ediliyor.
Muhalefetin, hazmı zor bir konu olan 'adalet' üzerinden yürümesi, belli ki iktidar çevrelerinde epeyi rahatsızlık yaratmış.
Muhalifleri karalamak için her fırsatı değerlendirmeye, hatta doğrusuna-yanlışına bakmadan fırsat yaratmaya başladılar. 'Nasıl olsa ne desek inanılıyor, alkışlanıyor' havasındalar.
Muhaliflere her gün vatan hainliği, ajanlık, terör dostu ya da direkt olarak terörist, komünist gibi başka başka sıfatlar takılıyor; biri tutmazsa diğeri deneniyor.
Siyasi söylemler iç çamaşırı seviyesine indirildi.
***
Artık mızrak çuvala sığmıyor.
Ezmeye, sindirmeye çalıştıkları muhaliflerin, terör karşısında olduklarını;
Haktan, adaletten, hukuktan ve barıştan yana olduklarını;
Söylemleri ve eylemleri ile bu toprağın yerli ve milli yurttaşları olduklarını;
Ülkenin semalarında kanat çırpan kuşlar bile anladı;
Anlamayan varsa, tanı koymak benim işim değil zaten.
***
Gerginlik ve mağduriyet stratejisi çok da alıcı bulmuyor artık.
Keskin sirkenin, bir gün küpüne zarar vereceği deneyimlerle biliniyor.
'Gerginliği yüze vurur bitanesi' türünden demeçlerle, iktidar yanlısı olmayan, onlarca yıl birlikte yaşadığı komşusunun/akrabasının hainlikle suçlanmasından bıktı insanlar.
Ülkede barış ve huzur istiyor, kulaklarında çınlayan siyasi dilden rahatsız oluyorlar.
Ve esip gürlemeleri buruk bir tat alarak dinliyorlar sadece:
'Kabak tadı…!'