Üreticiler içinde azımsanmayacak sayıda bir kısmı ; ürünlerini elde ettikleri bitkilerin birer canlı varlık olduğunu, bunların yetişip, ürün vermesi için bir çok şeye ihtiyaçları olduğunu, bu ihtiyaçlar düzenli olarak, doğru ve uygun miktarlarda karşılanamazsa sahip oldukları gerçek kapasiteleri kadar ürün veremeyeceklerini ya unutmuş ya da bilmiyor gibi, akıllarını çeşit ve birkaç kimyasal gübreye takmış bulunmaktadır. Bunlar iklimin ürün için çok uygun gittiği yıllarda elde ettiği verimi ektiği çeşidin iyiliğine, kullandığı gübrenin çeşidine ve gübrelerden kullandığı miktarların doğruluğuna bağlayarak, sanki bunlar olduğunda verim ve kalite için gerekenleri yaptıklarını zannediyorlar.
Yıl normal iklim koşullarında gider ve aldıkları ürün miktarı azalırsa bunu genellikle ektikleri çeşide bağlamakta ve hemen yeni bir çeşit arayışına girmektedirler. Hele iklimin zorlu ya da kötü gittiği yıllarda sorumluluğu neredeyse tamamen çeşide yüklemekte ve önceki yıllarda iyi sonuçlar aldıkları, memnun kaldıkları çeşitleri terk etmektedirler. Üreticilerimizin daha yüksek verim ve kalitede ürün veren, daha çok kazanç elde etmesini sağlayacak çeşitleri bulmak istemeleri çok doğrudur, ancak bunu ani kararlarla yaparak, bütün ekilişlerini hemen bu ilk defa ekeceği çeşide ayırmaları doğru değildir.
Kendi araştırma kuruluşlarımızın neredeyse her yıl geliştirdiği yeni çeşitler ile bunlardan daha fazla sayıda yurt dışından getirtilen çeşitlerin sayısı o kadar arttı ki isimlerini, sayısını, daha da önemlisi özelliklerini bilebilmek ve tarlalarda dolaşırken çeşitleri tanımak, birbirinden ayırt edebilmek bile neredeyse imkansız hale gelmiş bulunmaktadır.
Bir çeşidin bir yörede yetişebilmesi için oranın iklim koşullarına uyum sağlayabilecek yapıda olması birinci şarttır. Bunun arkasından toprak koşulları gelir. Bütün üreticiler bilir ki aynı çeşit, biri verim gücü iyi, diğeri düşük olan iki tarlaya ekildiğinde, aynı iklim koşulları altında ve aynı gübreler kullanıldığı halde zayıf olan tarladan alınan verim ve ürün kalitesi diğer tarladan alınandan daha düşük olur. Diğer bir deyişle aynı çeşit, aynı koşullar altında yetişmesine karşılık, sahip olduğu normal verim kapasitesi kadar ürün verememektedir. Demek ki çeşit de, gübre de tek başlarına veya birlikte verimin ve kaliteli ürün elde etmenin en önemli unsuru değildir. Bitkinin yetiştiği ve ürününü verdiği ortamın yani toprağın sahip olduğu gücü sağlayan başka unsurlar da bulunmaktadır.
Bitkiler canlı varlık olduklarından havaya, suya, çimlenip, çıkmak için sıcaklığa, yetiştirilen cinsin, türüne ve çeşidine göre farklı ve /veya değişen miktarlarda besin maddelerine ihtiyaç duyarlar. Bunların, bitkiler gerek duyduklarında kökleri tarafından alınabilmesi için bir arada bulunabilecekleri en güzel ortam topraktır. Bitkiler büyüyüp, gelişmek ve ürün vermek için ihtiyaç duyduklarını yeterince ve uygun formlarda toprakta bulurlarsa, yapısal olarak verim kapasiteleri ne ise onu verirler, bir tanesi bile eksik olursa kapasitelerinin altında verim verirler. Bu demektir ki eksikliği olan her unsur verim ve kalitede biraz daha düşüklük meydana getirmektedir.

Üreticilerimiz kendi toprağında bu gücü veren unsurların ne durumda olduğunu öğrenmeli ve toprağının verim gücünü artırmanın gereklerini yapmalıdır. Halen büyük bir çoğunluk miras yedi gibi davranmakta, toprağının gücünden kaybettiğini gördüğü halde bunu gerçekten gidermek yerine çeşit değiştirme ve /veya gübre çeşidi ve miktarında oynamalarla gidereceğini sanmaktadır. Piyasaya birden giren, ucuz fakat güçlü bitki besin maddeleri olduğu iddia edilen, çoğu merdiven altı üretim olan kimyasal maddeleri kullanmaktadır. Bu tür maddeleri pazarlayanlar, yaygın olarak kullanılan bazı katı taban gübrelerinin sıvısını yaptıklarını ve bunun toprağa püskürtülmesini bile önermektedirler. Bu yanlıştır, toprağa uygulanacak sıvı taban gübreleri enjeksiyonla toprak içine verilmek zorundadır ve üstten püskürtülerek pullukla toprak içine alınması doğru olmamaktadır. Halen topraklarımızın büyük kısmında gizli açlık bulunmaktadır. Bunun nedeni olan mikro element eksikliği gittikçe artmaktadır. Bunlara bağlı olarak ürünlerimizin besleyicilik özellikleri azalmakta, buna bağlı olarak bizim kimyasallara bağımlılığımız artırmaktadır.