Konfüçyüs, öğrencilerine ders veriyordu. Sınıfa elinde dar uzun bir vazo ile geldi. Tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde de bir elma vardı. Elmayı vazonun içinde koyduktan sonra, vazoyu yere bıraktı ve şöyle dedi;
'Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı alabilir'.
Öğrencilerden biri atıldı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu. Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalıştıkça elma elinden kaydı. Bir de elini vazoya sıkıştırdı, bağırmaya başladı:
'Elimi çıkaramıyorum!'
Konfüçyüs;
'Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmezsen, elini çıkaramazsın.'
Öğrenci biraz daha uğraştı, elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda mecburen bıraktı. Elini vazodan çıkardı. Konfüçyüs'a sordu:
'Elmayı vazodan çıkarmanın bir yolu var mı?'
Konfüçyüs,
'Nasıl olacağını göstereyim' dedi ve vazoyu ters çevirdi.
Elma kendiliğinden vazonun içinden yuvarlanıp çıktı. Öğrenciler çözümün bu kadar basit olması nedeniyle gülmeye başladı.
Konfüçyüs, öğrencilerine elmayı göstererek dedi ki:
'Göründüğü gibi basit değil, bazen bırakabilmek daha zordur. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız.'
***
Hayatın akışında bazen ulaşmak istediklerimize onları yakalamaya çalışarak değil, onların bize gelmelerine izin vererek ulaşabiliriz.
Bazen en doğrusu olayları kendi akışına bırakıp müdahale etmemektir.
Sorunlara bakış açımızı değiştirdiğimizde farklı çözümler bulabiliriz.
***
Bu iki yüzüncü köşe yazım. İkinci dalya anlayacağınız.
Köşe yazmanın zorluğu ile hazzı birbirine karışınca, çevremizde yaşanan olayları doğru anlayabilmek, doğru irdeleyebilmek isterken okudukça, izledikçe genişlemesi gereken ufuk farkında olmadan daralıyor.
İster istemez yorgunluğun da etkisiyle yazmamız gerekenleri, elmayı almak istercesine elimizi vazoya sokarak almaya çalışıyoruz. Bazen imkansızı da deniyoruz.
Oysa Konfüçyüs'ün dediği gibi, ufkumuzu sadece bir vazo ile sınırlamanın dayanılmaz sıkıntısını yaşamaktansa, onun bize kendiliğinden geleceği zamanı kollamak gerek.
Zihnimize yerleştirdiğimiz vazo sınırlarının kalkması için de bir süre işten uzaklaşmak ve dinlenmek gerekiyor.
***
BALTAYI BİLEME ZAMANI
Aynı ormanda ağaç kesen iki ormancı, 'bir hafta boyunca kim daha fazla ağaç kesecek?' diyerek 'ağaç kesme yarışması'na tutuşmuşlar.
Birinci ormancı sabah erkenden kalkmış, ağaçların birinden diğerine geçmiş, hiç ara vermemiş, geç saatlere kadar ağaç keserek geçirmiş bir haftayı.
İkinci ormancı, sabah uygun saatte başlamış, ağaç keserken arada bir 'dinlenmiş' ve hava kararmaya başlayınca da eve dönmüş.
Hafta sonunda ikisinin kestiklerini saymışlar. İkinci ormancının daha çok ağaç kestiği görülmüş.
Birinci ormancı şaşkın:
'Bu nasıl olur? Ben daha çok çalıştım. Üstelik hiç ara vermedim. Sen ise arada sırada dinlenerek çalıştın. Ama sen daha fazla ağaç kesmişsin. Bunun sırrı nedir?' demiş.
İkinci ormancı tebessümle yanıtlamış:
'Sen durmadan çalışırken, ben arada sırada dinleniyordum ya..! Hem dinleniyor, hem baltamı biliyordum. Balta keskin olunca da daha kolay ağaç kesiyordum.'
***
Bu öyküyü ilk dalya dediğimde yazmıştım. İkinci dalyada yine hatırlamak da yarar var diye düşünüyorum.
Çalışan zihinlerin baltayı bilemeye, dinlenmeye ihtiyacı olduğu yadsınamaz.
Öyleyse bir süreliğine, bana müsaade…
İyi tatiller!