'Unutulmuş gibiyim ben.
Ve insan bir bakıma unutulmuş gibidir.
Bilmem ki nasıl anlatmalı?
Yalnız bile değilim.'
***
Yaşlanmışsan eğer;
Edip Cansever'in dizelerindeki gibi, 'unutulmak yalnızlıktan beter' diye düşünürsün.
Yaşlanmışsan eğer;
Köylüysen önüne iki üç kuzu katarlar, kentliysen torunların elini tutuştururlar eline.
Sana ayrılan sosyal alanın sınırları bellidir artık;
'Ya kuzu güdersin, ya torun bakarsın!'
***
Birisi, 'iyi ki kuzular var' der. Yaşamın geride kalmış güzelliklerini, doğanın mucizelerini bulduğunu sanır, avuntularını yalnızlığına arkadaş eder.
Doğa canlanırken her bahar, başını doğrultur, yeniden yaşama sevinciyle dolar yüreği. Eskiyen yelkenlerini, yeni denizlere açılacakmış gibi umut esintisiyle doldurur.
Öteki, 'iyi ki torunlarım var' der. Duyunca şen şakrak seslerini, dünyanın en güzel senfonisini dinlercesine dikkat kesilir.
Yaşama sevinci verir torunlar. Yaşama enerjisi katar, minik bedenlerin hoplayıp zıplamaları. Torunlar cana can katar.
Yaşlanmışsan eğer;
'Yaşam hediyesidir; birilerine kuzular, birilerine torunlar.'
***
Yaşlanmışsan eğer, hele bir de öğretmen eskisiysen;
Geçmiş beyninin her katmanında oynaşır durur. Yalnız günlerinin avuntusu, zamanında tutkuyla bağlandığın öğrencilerinin anılarıdır. Her birinin yaramazlıkları, mutluluk çığlıkları yeniden canlanır zihninde. Kaydedilen yaşanmışlıklar, bir anı demeti değildir artık.
'Anı ansiklopedisi' gibidir, okul duvarları arasında biriktirdiklerin.
Devasa arşivden çekip aldığın her anı, eski bir Yeşilçam filmi gibi tekrar tekrar gözlerinin önünde canlanır. İçten sevgilerin sıcaklığını hisseder, hüzünlenirsin biraz.
O küçük bedenlerin, seninle birlikte çıktıkları eğitim yolculuğunda aştıkları engelleri düşünür, gurur duyarsın. Öğrenciler hala yaşar senin dünyanda, Kah duvarlarda, kah solmuş bir defter yaprağında, kah bir fotoğraf albümünde…
Öğretmen eskisiysen eğer, hele bir de yaşlanmışsan;
Son demlerin kuraklığında, gözünde canlanan ritmik bir 'çocuk sekmesi'dir avuntun.
***
Sosyal medyaya dalarsın bazen. Öğrencilerinin bazılarının çocuklarının, bazılarının torunlarının fotoğraflarıyla, farklı kuşakları 'benzeştirme oyunu' oynarsın biraz. Biraz mesajlarla avunursun.
İlk yıllardan son yıllara akan anılar, gelir son göz ağrılarına dayanır.
Ne kadar da küçüktüler, ne kadar da büyümüşler dersin önce.
Birlikte, yaklaşık bin saat oya işler gibi, sabırla kurduğunuz dünyalar, keşfettiğiniz coğrafyalar gelir aklına.
Uzun bir yolculuğu tüketip yepyeni bir bulvara adım attıkları günü görmek, yaşamak istersin. Ama o kadar uzaksın ki; o kadar uzaktalar ki…
Seslensen duyulacak mesafeler, nedense uzamıştır unutulmuşluk deryasında. Orada olmamanın sancısını yaşarsın.
Kendini 'üzerine güz çiyleri düşmüş yaprak' gibi hissedersin.
Unutulmuşsundur.
***
Yaşlanmışsan eğer, hele bir de öğretmen eskisiysen;
'Yalnızlığa razı olursun da, unutulmayı kabul edemezsin bir türlü!'
Gözlerini kısar, düşünür;
Düşünür, anlarsın ki;
'Vefa gerçekten bozacının adıymış!'