Nasıl da değişti zaman.
Ve nasıl da değişiyor her şey.
Bizde değişen ne var?
Hiç!
Ağır, metal daktilolardan bilgisayarlara geçtik.
Daktilonun sert tuşlarına tak tuk vura vura yazı yazmak bir başkaydı ama!
Baya bir havaya giriyordu insan. Bir ağırlığı, bir ciddiyeti vardı daktiloda yazmanın.
Belki ondan, Üstat Önder Baloğlu hiç bırakmadı daktiloyu.
Sonuna kadar daktiloda yazdı yazılarını.
Arada sırada da,
'İnternet icat oldu, bizim meslek de bozuldu,' diye de ekledi.

***

Ama ne olursa olsun…
Değişmek zorundasın.
Değilse…
Değilse nasıl anlayacaksın, nasıl kavrayacaksın zamanı; şu anı, geleceği?

***

Eh işte biz de…
Zamanı takip etmeye çalışıyoruz yarım yamalak bilgisayar, telefon…
Yarım yamalak internet…
Yarım yamalak sosyal medya kullanıcısı olarak.
Sosyal medyada reklamların…
Radikal grupların…
Hiç tanımadığımız; kim olduğunu, bizi nereden bulduğunu hiç bilmediğimiz insanların tayyareden arkadaşlık isteklerinin…
Kurdukları sosyal medya gruplarına zoraki, 'cebren ve hileyle' eklemelerin baskısı altında çıldırarak takip etmeye çalışıyoruz zamanı.
Ne yaptığımızı çok da bilmeden kullandığımız sosyal medyada dolandırılacağız…
Yahut da başımıza bir iş gelecek bu gidişle.
Adeta bir satranç oyunu sosyal medya kullanıcılığı bizim kuşak için…

***

Bir arkadaşıma, Semra'ya söz ettim.
'Nedir bütün bu karmaşa!' diye.
Nereden buluyorlar bizi?
Ekleyenler…
Arkadaşlık isteği gönderenler…
Gelen, '…sizi takip etmeye başladı, siz de onu takip edin' mesajıyla bizi takip edenler…
Gerçekten bizi takip etmek mi istiyor, yoksa bizim kendilerini takip etmemizi mi istiyor bu insanlar?
Eskiden sadece sivil polisler takip ederdi yazarları!...

***

'Sakın ha!' dedi Semra. 'Dikkat et onlara!'
'Kimlere?'
'Sosyal medyadaki herkese!'
'Haydaa! Niye?'
'Öyle işte! Neler oldu görmedin mi? Adını karıştırırlar bir siyasi gruba… Terör örgütüne... Sonra sen de gidersin bok yoluna bak!'
Onun da bir şeyden anladığı yok aslında! İkimizin de çocukluğunda, gençliğinde internetin adı bile yoktu.
'Mesela bana,' dedi, 'koca memeli çıplak kadın fotoğrafları gönderiyorlar sürekli!'
'Yok ya! Ne işin var senin çıplak kadınla falan!'
'Anlamadığım, fotoğrafları gönderen de benim!'
'Yapma ya! İnsan kendi kendine neden göndersin o tür fotoğrafları?'
'Bilmiyorum ama belki başkalarına da gönderiyorumdur kendimle birlikte.'
'Orası kesin!'
'Bak sana da gelirse benden öyle bir şey, sakın inanma benim gönderdiğime!'
'Yok canım, inanır mıyım hiç. Kaç yıllık arkadaşımsın.'
Biraz salladım kafadan. Bir şeyden anladığım yok aslında. Bilmiyorum ama belki gerçekten de öyledir,
'Virüs bulaşmış senin sosyal medya hesaplarına!' dedim. 'Hesabının çalınmış olma ihtimali de var,' diye de ahkam kestim.
'Sen anlıyorsun bu işlerden. Bir baksan benim hesaplara?'
'Bakamam! Bana da bulaşır virüs!'

***

Hep de bize bulaşıyor bu virüs.
Böyle olursa nasıl takip edebiliriz zamanı biz?
Zamanın gerisinde kalmaksa bir yazar için kansere yakalanmak gibidir.