Merkez üssü Kocaeli-Gölcük olan ve asrın felaketi olarak tanımlanan 17 Ağustos Depremi’nin üzerinden tam 25 yıl geçti. Çeyrek asır önce yaşanan felaketin acı izleri ise Eskişehirlilerin hafızasında hala taze…
Bundan 25 yıl önce 17 Ağustos 1999 yılında yaşanan ve merkez üssü Kocaeli-Gölcük depremi, yarattığı yıkımla hafızalarda ki yerini koruyor. Asrın felaketi olarak tanımlanan depremde resmi verilere göre 18 bin 373 kişi hayatını kaybederken, 23 bin 781 kişi ise yaralanmıştı. Saatler 03.02’yi gösterdiğinde 7,4 şiddeti ile sarsan deprem, Gölcük’ün yanı sıra Kocaeli, Yalova, Sakarya, İstanbul ve Düzce’de de yıkıma neden olmuştu. 45 saniye süren depremde 285 bin 211 ev ile 42 bin 902 iş yeri ağır hasar görmüştü. Depremin hissedildiği diğer bir il olan Eskişehir’de ise Sivrihisar Caddesi’nde bulunan Tarhan Apartmanı 33 kişiye mezar olmuş, enkaz altından kurtulan vatandaşlar ise yaşam savaşı vermişti. O isimlerden birisi de depremin gerçekleştiği saatten tam 20 saat sonra enkazdan kurtarılan Meral Şurabatır oldu.
20 SAAT, 20 YIL GİBİYDİ
Depreme anneannesinin evinde ağabeyi ve teyzesi ile birlikte yakalandığını ifade eden Şurabatır, enkaz altında kaldığı 20 saatlik süreyi anlatarak “Herhalde kıyamet koptu diye düşündüm” dedi. Şurabatır, “O gece çok büyük bir felaket yaşandı. O gece ben anneannemlerin evine misafir olarak gitmiştim. Kendi evimiz değildi. Teyzem, abim, ben üçümüz aynı odada yatıyorduk. Daha yeni yatmıştık ki büyük bir sarsıntıyla uyandık. İlk önce ne olduğunu anlamadım. Çünkü 16 yaşındaydım ve hayatımda hiçbir deprem yaşamamıştım. Sadece baktım ve ‘Ne oluyor? Bu nedir? Bir an önce dursun, bitsin’ diye düşünmüştüm. Evdeki her şey tek tek düşmeye, yıkılmaya başladı. Abimle yataklarımız karşılıklıydı, teyzemle de aynı yataktaydık. Duvar tarafında yatıyordum ve duvarın parçalanarak, patlayarak üzerime geldiğini gördüm. Binamız yıkılmış ama ben farkında değildim. Kendime geldiğimde bizi kurtarması için ağabeyime bağırdım ancak teyzem bana deprem olduğunu, enkaz altında olduğumuzu, binamızın yıkıldığını, ve ağabeyimin bize yardım edemeyeceğini söyledi çünkü ağabeyim o anda vefat etmişti. ‘Herhalde kıyamet koptu, her yer yıkıldı’ diye düşündüm. Sonradan öğrendim ki Eskişehir'de tek bizim binamız yıkılmış. 20 saat enkaz altında kaldığımı söylüyorlar. O 20 saat bana 20 yıl gibi geldi. Zaman hiçbir şekilde geçmedi ve 20 saat boyunca bilincim hep açıktı. Teyzemin de bilinci hep açıktı, hep onunla konuşuyordum. İlk saatler sürekli bağırma seslerini, yardım isteyenleri, çığlıkları, enkazdan gelen sesleri duyduk. Ama zaman geçtikçe o sesler azalmaya başladı ve herkesin tek tek öldüğünü düşündük” ifadelerini kullanarak deprem anını anlattı.
“BİTTİ, BURAYA KADAR”
Yardım istemek için sürekli bağırdığını ve bir noktadan sonra sesinin kısıldığını dile getiren Şurabatır, kurtarma ekipleri tarafından yapılan çalışmalar sonrası yaşama dönüşünü şu sözlerle aktardı: “Özellikle oksijensiz, havasız, sıkışıp kalmak ve orada öleceğimizi düşünmek gerçekten çok kötü bir ruh haliydi. Elimizden bağırmaktan başka bir şey gelmiyordu. Ya kurtulacağız ya da orada öleceğiz, başka bir seçeneğimiz yok. Orada ölümü beklemekse en kötüsüydü. O kadar çok bağırdık, yardım istedik ki belirli bir saatten sonra artık sesimiz de kısılmaya başladı. Oradaki toz toprak sürekli arttı, artçı depremler oldu. Boğaz kuruluğu sesimizi kıstı artık ilk saatlerdeki gibi sesimiz çıkmıyordu. Ardından sol tarafımdan ben bir ışık hissettim. Çünkü sağ tarafım tamamen beton altındaydı, elim ve ayağım özellikle. Hiçbir şekilde kımıldayamıyordum, başımı bile oynatamıyordum. Sol tarafımdan sızan ışığı elimle takip ederek oradaki küçük deliği buldum ve elimi kazarak dışarı çıkarttım. Tam o sırada da kepçeler bizim üzerimizdeymiş. Enkazı kaldırma çalışması yapılıyormuş. Belki o elim çıkmasaydı kepçe ile birlikte gidecektik. Elimi gördükten sonra ‘Yaşayan var’ diyerek biri elimi tuttu. O eli sıkı sıkı tuttum. Benim için kurtulduğum ilk an o andı. Benimle irtibat haline geçerek, içeride kaç kişi olduğumuz, adımız, kaç yaşında olduğumuz, durumumuz, hangi pozisyonda olduğumuz, evin neresinde olduğumuz gibi sorular sordular. O aşamada teyzem hiç cevap vermedi. Muhtemelen o an teyzemin bilinci kapanmaya başlamıştı. İlk önce üstümüzden kazdılar ama olmadı bir beton yığını varmış, onu alamadılar. Daha sonra arkamızdan kazdılar. Bu çalışma 4 saate yakın sürmüş. Ben ilk çıktığımda geceydi, yıldızları görmüştüm. İlk söylediğim şey, ‘Evet bitti, buraya kadar’ oldu. Hayatımın unutamayacağım bir anıdır. Çıktığımda etrafımda kurtarma ekipleri, askerler, basın mensupları vardı ve herkes alkışlayarak, ağlayarak bana bakıyordu. Yaşadığıma dair bir işaret yaptığımı hatırlıyorum. Ben kurtuldum ama teyzem hastanede vefat etmiş, ağabeyimin zaten cansız bedenini çıkarttılar.”
ASIL MÜCADELE DEPREMDEN SONRA BAŞLIYOR
Yaşadıklarını kaleme aldığı “İlk Önce Yıldızları Gördüm” kitabıyla enkaz altında geçen 20 saati okuyucularıyla paylaşan Şurabatır, yaşamış olduğu travma nedeniyle kitabını 4 yıl içinde yazabildiğini dile getirdi. Tarhan Apartmanı’nın bulunduğu alana bir anıt yapılmasının daha anlamlı olacağını ifade eden Şurbataır, “ Bu kitap benim için çok değerli, çok önemli bir kitap. İnsanlar depremden kurtuluyor çıkıyor, izlerken seviniyoruz ama sonrasını bilmiyoruz. Asıl mücadele ve hayat mücadelesi ondan sonra başlıyor. Benim toparlanmam çok uzun yıllarımı aldı hem sağlık bakımından hem de psikolojik açıdan. Sonrasında ayağımdan ameliyat olup yatarken o günleri günlük gibi yazmak istedim. Sonra ‘Ben niye insanların bir hayatlarına dokunmayayım?’ diye düşünerek yaşadığım travmayı kitaba döktüm. Çok acı bir travmaydı ama hayata bakış açımı değiştirdi. Bir sorunla karşılaştığımda, ‘Ben neleri aştım, bunu mu aşamayacağım?’ diyerek bundan güç alıyorum. Bu şekilde başka insanların hayatlarına da dokunmak istedim. Kitabı çok ince olmasına rağmen 4 yılda yazdım çünkü deprem anına geldiğimde yani enkaz altını anlatmaya başladığımda bıraktım, yazamadım. 4 yıl kadar ara verip tekrar psikolojimi toparladım, kendime geldim ve oturdum tek seferde bitirdim. Yani tamamen kendi hayatımı, enkaz altında yaşadığım her anını hatırladığım her dakika ve saniyesini bu kitaba anlattım. Ben istedim ki apartmanın olduğu alan da bir anıt olarak kalsın. Sonuçta Eskişehir'de tek bir yerdi. Orada ölenlerimizin isimleri olsun ve biz her 17 Ağustos'larda gidelim, orada analım. Bunu gerçekten çok istedim. Ama maalesef onun yerine yine 8 katlı bir bina yapıldı. Umarım çok sağlam yapılmıştır çünkü bizim ev gerçekten çok çürükmüş. Ama orada 8 katlı bir bina olması yerine, dediğim gibi orası boş alınarak, bir anıt yapılarak en azından bizler için, orada ölen yakınları için bir anma yeri olsaydı çok daha anlamlı olurdu” ifadelerini kullandı.
MAHŞER ALANI GİBİYDİ
34 yıldır caddede esnaflık yapan ve enkaz bölgesine ilk ulaşan kişilerden olan Sezgin Köse ise her 17 Ağustos’ta o günleri tekrar yaşadığını ifade ederek yaşadıklarını şöyle dile getirdi: “Çok korkunç bir geceydi. Her yer yıkılmıştı, herkes bağırıyordu. Apartmanın çatısı karşı kaldırıma inmişti. Mahşer alanı gibiydi. Koşarak geldik ve elimizden geleni yapmaya başladık ama ne yapacağımızı da bilemiyorduk. Enkaz altında kalanları imkanlarımız ölçüsünde çıkarmaya çalıştık. Polis ekipleri gelmeden önce üst kısımdaki enkazı temizlemeye başlamıştık. Ardından da görevliler arama kurtarma çalışmaları yaparken biz de gıda ve su ihtiyacını karşılamak için çalışmıştık. O gün buradaki manzarayı hala unutamıyoruz. Her yer toz duman içindeydi. Apartmanın üst kısmı bir tarafa alt bir tarafa savrulmuştu sanki. Bina öne doğru çöktüğü için cadde de 2 gün trafiğe kapalı kalmıştı ki yayaların bile kullanacağı halde değildi. 2 gün elektrikleri kullanamamıştık. O dönemin muhtarı olan ağabeyimizin oğlunu enkazdan kurtarmak için çok uğraşmıştık. Muhtarımız da enkaz altında kalarak hayatını kaybetmişti. Depremin bu kadar yıkıcı bir şey olabileceğini bilmiyorduk, böyle bir vahşet yaşamamıştık. Her yıl 17 Ağustos tarihinde çok üzülüyoruz. Ölenlere rahmet diliyorum.”