Yazının başlığında belirttim gibi, tüm bu olaylar sonucunda yaşanan acıların, büyük ölçüde örgütsüz bir toplum olmamıza bağlı olduğunu düşünüyorum.
Bahsettiğim örgütlülük, siyasi, iktisadi ve sosyal alanların tamamını kapsıyor. Özellikle işçi sınıfının sendikal örgütlenmesi hayati önem taşıyor…
Neden mi?
Eğer çalışma yaşamında örgütlülük seviyesinin yüksek olduğu bir toplumsal yapıya sahip olsaydık, Bolu-Kartalkaya’daki otelde yangın çıkma olasılığı daha düşük olacaktı. Zira çalışanlar, sendikalı ve güvenceli bir işe sahip olmanın getirdiği avantajla üretim baskısına bu denli yüksek ölçüde maruz kalmayacaktı.
Daha önemlisi, işletmede sendikal örgütlülük var olduğu için işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerine yönelik denetim ve yaptırımlar daha sıkı olacaktı. Nitekim İSİG Meclisi (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi) verilerine göre iş cinayetlerinin gerçekleştiği işyerlerinin yüzde 98’ini sendikasız işyerleri oluşturuyor.
Yangın öyle ya da böyle çıkmış olsa dahi yangının olumsuz etkilerinden korunmak için gerekli önlemler alınmış olacaktı. Yangın merdiveni, tüpler, acil çıkış noktalar, koruyucu ekipman vs. gibi tüm konularda çok daha güvenli bir işletme olacaktı. Dolayısıyla yangın sonucunda 78 kişi travmatik bir şekilde yaşamını yitirmeyebilirdi…
Bir başka konu: deprem! 6 Şubat 2025 tarihinde yaşanan yüzyılın en büyük felaketinin ikinci yıldönümü yaklaşıyor. Resmi verilere göre 50 binin üzerinde insan deprem sonunda yaşamını yitirdi. 11 ilde evler, dükkanlar yıkıldı, kamusal alanlar yok oldu…
Aynı şekilde örgütlü bir toplum olsaydık, binalarımızın, işyerlerimizin ve tüm kamusal alanlarımızın güvenlik seviyesi daha yüksek olacaktı. Deprem, jeolojik bir olaydır ve elbette her şart altında gerçekleşecektir. Ancak depremin olası kötü sonuçlarını engellemek mümkündür.
Depremin acı fatura kesmesine yol açan iki temel etmen var: riskli alan ve riskli yapı. Bir yandan riskli alanlarda inşaat yapılmaması, diğer taraftan denetim ve yaptırımlar aracılığıyla riskli yapıların inşasının önlenmesi mümkündür. Ancak ekonomik gücü elinde bulunduran kesim, siyaset kurumu üzerinde de belirleyici güce sahip olduğu için bunu önlemek için çok güçlü bir sosyal yapı gerekir.
Müteahhitler, kâr hırsıyla bir an önce binaları ne şartta olursa olsun tamamlayarak satışa hazırlamak ister. Yasalar ve bu yasaların uygulanmasını sağlayacak olan mekanizmalar, müteahhitlerin bu isteklerini yerine getirmek doğrultusunda olursa da o toplumda felaket ve kaos ortamı kaçınılmazdır.
Felaketten ve kaostan korunmanın yoluysa, iktisadi gücü elinde bulundurarak yasaları kendi lehine uygulatmaya çalışan kesime karşı kolektif mücadele vermektir. Doğal afet ve nice felakete karşı daha az acı yaşayan veya sıfıra yakın derecede olumsuzlukla karşılaşan İskandinav toplumlarını bu anlamda örnek almak mümkündür. Nitekim toplumsal yapının örgütlülüğe dayanması, bu toplumlarda denetimlerin ve yaptırımların ideale yakın bir düzeyde uygulanmasını sağlayabilmektedir.
Türkiye gibi “yarı-gelişmiş veya gelişmekte olan” diye tarif edilen, ancak kanımca yarı-müstemleke olarak adlandırılması gereken ülkelerdeyse örgütlenme düzeyi oldukça düşük. Siyaseten örgütlülük, burjuva partisi olarak tarif edebileceğimiz merkezi örgütlerle sınırlı… Diğer taraftan sendikal örgütlenmedeyse pragmatizm belirleyici…
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan işçi sayılarına ve sendika üye sayılarına ilişkin istatistik hakkında tebliğ, 28 Ocak 2025 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Söz konusu istatistiklere göre Türkiye’de 16 milyon 800 binden fazla kayıtlı işçi çalışıyor. Bu işçilerden sendikalara üye olanların sayısı 2 buçuk milyonun çok az üzerinde. Yani örgütlenme oranı yüzde 14,97 seviyesinde.
Sendikaya üye olan işçilerin tamam toplu iş sözleşmesi kapsamında yer almıyor. 6356 Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda yer alan işkolu barajı ve işverenler tarafından yapılan yetki itirazları gibi hususlar nedeniyle işçiler, sendika üyesi olsa bile toplu iş sözleşmelerinin kapsamına girmekte zorlanıyor.
Toplu iş sözleşmesi kapsamında yer alanların önemli bir kısmı, kamu kesimi işletmelerinden oluşuyor (belediye iktisadi işletmeleriyle birlikte). Özel sektör işletmelerinde çalışanlar arasında, toplu iş sözleşmesi kapsamında yer alanlarsa sadece yüzde 7,5-6 civarında… İşte bu tablo çalışma yaşamında sorunların arkasında yatan en temel değişken!
İşçi sınıfının örgütsüz olmasının sonuçları, yalnızca işyerlerindeki toplu iş sözleşmesi kapsamında yer alamamayla sınırlı değil. Aynı zamanda tüm toplum açısından güvenli ve sağlıklı şartların yaratılması, huzurun ve refahın yaratılması ve en önemlisi hukuk devletinin işleyişi açısından da örgütlenme anahtar role sahip!