Bu hafta bir kitabı konuşalım.
Nobel ödüllü yazarımız 'Orhan Pamuk'un yeni, kısa romanı.
Aslında önceden duyurulur ve bir alt bellek oluşturulurdu Orhan Pamuk'un kitapları piyasaya çıkarken. Bu kez 'pat' diye girdi kitapçı raflarına. Kısa sürede de ikinci baskısını yaptı.
Raflardan, kapağındaki İngiliz ressam Dante Rossetti'nin eserindeki kırmızı saçlı bir kadın bakıyor okurların yüzüne. Romanın önemli kişilerinden biri de bu resme özenerek saçlarını kırmızıya boyatmış bir tiyatrocu.
***
İstanbul yakınlarında bir kasabada kırmızı saçlı kadınla yaşanan bir gecelik aşkın sonuçları anlatılıyor romanda.
1980'lerde geleneksel usulle kuyu kazan Mahmut Usta ile onun 'küçük bey' çırağı Cem, zor bir arazide su ararlarken, kasabanın hemen dışındaki sarı çadırda esrarengiz kırmızı saçlı bir tiyatrocu kadın, her gece eski masalları, hikayeleri anlatmaktadır. Cem kadına tutulur. Babasının eski sevgilisi olduğunu bilmediği kadınla birlikte olur.
Cem'in babası bir eczacı ama 12 Eylül'ün hırpaladığı eski bir siyasi figür. Cem'in ergenlik döneminde, babası evi terk eder, başka bir hayata başlar.
Mahmut Usta onun için bir baba figürü. Ancak onu kuyuda ölüme terk eder. Tam 30 yıl bu olayla birlikte yaşar.
Cem, siyasi fikirlerden çok hayatla uğraşan ve kasabadan ayrıldıktan sonra okuyan, evlenen, müteahhitlik yaparak zenginleşen bir kişi.
Yıllar sonra bir gecelik aşkın meyvesi oğlu tarafından aynı kuyunun yanında öldürülür. Oğlu biraz öfkeli, hayata karşı kinli ve muhafazakar yanları ağır basan bir kimlik.
'Çok katmanlı bir roman'la karşı karşıyayız: Yakın tarih romanı, psikoloji romanı, dönem romanı, birey olabilmenin ya da olamamanın romanı, kadın trajedisinin romanı denilebilir 'Kırmızı Saçlı Kadın' için.
***
'Firdevsi'nin kitabı unutuldu, ama Şehname'deki hikayeler unutulmadı. Onlar yaşıyor. Tek tek, kıyafet değiştirerek aramızda geziyorlar.' deniyor romanın bir bölümündeki diyalogda.
Kitabın oturduğu iskelet tam da bu! İki temel efsanenin; Sophokles'in 'Kral Oedipus' ile Firdevsi'nin 'Rüstem ile Sührap' hikayelerinin kalıpları doğrultusunda, ama çağımızda yaşanan zincirleme hayatlar. Oğlun babayı öldürmesi ya da babanın oğlu öldürmesi...
Aklıma, Yeşilçam filmlerinde bolca kullanılan 'Durun, siz evlenemezsiniz! Çünkü kardeşsiniz!' repliği geliyor.
Şehname'deki hikayelerin, Türk sinemasındaki senaryolara olan etkisi çoktur.
***
Bir tarafı efsane gibi duran roman, bir tarafıyla da yaşanmış bir hikaye duygusu yaratıyor okuyucuda.
Belirgin bir tempo ile okunan kitabın sonunda olayların şoku biraz sersemletiyor okuyanı.
Orhan Pamuk'un anlatı kurma yeteneği hissediliyor romanda.
Bendeki Orhan Pamuk diliyle ilgili önyargı, okuma sürecinde zaman zaman zihinsel yorgunluk verse de; romanın sağlam iskeleti, sonuna kolayca varmamı sağladı. Sona hızla yaklaşırken karşılaşılan şok ile biraz sersemleme ihtimali var.
Çok eleştiri aldı. İşlenen konu etik bulunmadı bazı eleştirmenler tarafından.
Bazı eleştirmenler de kısa sürede çıkarılmış, üstünkörü bir eser olarak yargıladı.
Bazılarını da Orhan Pamuk'un postmodern anlatım tarzı rahatsız ediyor.
Bana göre, okunması gereken bir kısa roman.
***
Medeniyet üzerinden 'babalar ve oğullar', 'otoriterlik' ile 'birey olma' konularını tartışıyor Orhan Pamuk.
Yaptığı bir söyleşide; baba-oğul, usta-çırak ilişkisi üzerinden 'otorite' figürünü sorgulamasının nedenini şöyle anlatıyor:
'Otoriterlik miktarı azmış bir sistem karşısındayız.'
'Bizim içimizde de vardır biraz otoriter baba isteği. Sorunları kolaylaştıran, düşünme işini üzerimizden alan, ben yaptım siz bana güvenin diye inanmak isteyeceğimiz bir baba arayışımız bizimki gibi toplumlarda vardır.'