Jandarma komando er Kenan Döngel Kayseri'deki kalleş pusuda şehit olmuştu…
Cenazesi, Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde dondurucu soğukta kaldırıldı…
Şehidin boru fabrikasında işçi olan babası Özcan Döngel (43) törene ince bir hırka, annesi Şehime Döngel (41) yazlık ayakkabı ile katıldı.
Şehidin 17 yaşındaki kardeşi Mertcan Döngel ise ağabeyinin parkası ve postallarını giydi.
Buz kesmiş çimenin üzerine yazlık ayakkabısı ile basan şehit annesinin içi yanıyordu, ciğerinde ateşler patlıyordu…
Ama bir taraftan da üşüyordu tenleri…
Bir battaniye bulunup getirildi hemen, anneyle babaya ortaklaşa sarıldı…
Sonra kadın subay, annenin ayaklarını fark etti, kar suyu yazlık ayakkabıyı bir buz kalıbına çevirmişti…
Önce havluyla sarıldı şehit annesinin ayakları, sonra yeni alınmış bir bot getirilip giydirildi…
Babanın sırtına da bir asker parkası verildi…
Isındılar…
Herkesin vicdanı rahatladı…
'Oh' dediler, 'ne güzel, ne iyi yaptık da şehit annesinin üşüyen ayaklarını yeni botlarla ısıttık…'
Şehit Kenan Döngel'in annesinin artık kışlık botları var ama oğlu yok…
Ayakları artık üşümeyecek belki ama yüreğindeki ateşi kim söndürecek?
Yanan yüreğini kim serinletecek?
***
20 yaşındaki oğlu, kalleş bir saldırı sonucu pisipisine ölüp gitmiş bir anne olmak nasıl bir duygudur acaba?
Bunu, gencecik oğulları kızları patlayan bombaların arasında ölüp gitmiş diğer annelere sormak gerekli…
Suruç'taki,
Ankara'daki,
İstanbul'daki patlamalarda yürekleri yanan annelere sormak gerekli…
Çocuklar babasız,
Kadınlar kocasız,
Analar babalar oğulsuz…
Her birimizin içinde yanan ateşler, artık ısıtmıyor ne ayaklarımızı, ne yüzlerimizi, ne de vicdanlarımızı…
Çünkü soğuk yanıyor ateş ve ateş büyüdükçe içimizdeki buzdağı da büyüyor…
Haberler başlıyor, insanlar ölüyor, haberler bitiyor, sanıyoruz ki ölümler de bitiyor…
***
Hepimiz kapımızın eşiğinde bir çift kışlık botu hazır tutmalıyız bundan böyle…
Ölüme inat,
Hayata daha sıkı sarılmak geliyorsa içimizden;
Derin bir nefes çekip içimize, botlarımızı geçirmeliyiz ayaklarımıza…
Çünkü bu ülkenin kaderi,
Başka değil her birimizin kaderinden…

SEN YAPMA BARİ ES ES…

Hep söylüyorum,
Umut, sevinç, heyecan hepsi yok olup gitti…
Hafta sonları Eskişehirspor'un galibiyetleri bir tek, teselli oluyordu…
Elimizde bir o kalmıştı,
Bu hafta o da gümledi…
Teknik ayrıntılar, hatalar, yanlışlar…
Hiç biri önemli değil…
Biz üzüldük, Denizlispor taraftarı sevindi…
Bu da en azından bir şeydir…
Sevinç armağan ettik, bu zamanda ülkemde pek az bulunur bir şey sevinç…


CHP'DEKİ SUSKUNLUĞUN ANLAMI…

Ya da 'anlamsızlığı' mı demeliydik acaba?
Terör şehirlere inmiş, toplu taşıma araçları bombalanıyor…
Hiçbir suçu olmayan insanlar,
Sırf başkalarının karar ve eylemleri nedeniyle ölüyor…
Ne bombayı patlatanlar o insanları tanıyor ne de bombalananlar bu işi yapanları…
Kimse kimseyi tanımıyor, bilmiyor…
Herkes dayatılmış çaresizlik sarmalı içinde sıranın bir gün kendisine de gelebileceğini bile bile yaşıyor, yaşamaya çalışıyor…
İktidar her zamanki pişkinliğiyle, rüzgara karışıp giden nutuklar atıyor…
CHP ise susuyor…
Çünkü biliyor ki, sesi biraz çıkacak olsa, ülkenin bütün şehirlerinde örgütleri, örgüt binaları saldırıya uğrayacak…
CHP'nin boynuna asılmak istenen yafta belli…
Başkanlık sisteminin önce Meclis'te sonra halkın nezdinde yapılacak oylamasında nefesini kesebilmek…
Ve bir büyük tehlikeyi şimdiden referans göstermek…
TBMM'ndeki oylamanın ardından (kabul edilirse elbette) halk oylaması öncesi 60 günlük propaganda dönemi yaşanacak…
Partiler meydanlara çıkacak, mitingler yapılacak, büyük kalabalıklar olacak…
Ne dersiniz, yoksa olmayacak mı?
CHP'deki suskunluğun anlamı bu olabilir mi?
Türkiye'yi kaosun eşiğine getiren iradeye ortak olmamak…