Global reset çetesinin Türkiye'ye dayattığı sözleşme; İstanbul Sözleşmesi ve onun uzantısı olan 6284 sayılı kanun. Türk aile yapısı ve değerlerimizle uyuşmayan bu ilkel formülasyon, aile dramlarımızın ana kaynağına dönüşmüş durumda. Kanun kapsamında erkekler lehine çok sayıda karar veriliyor. Kadının şikayeti üzerine erkek evden uzaklaştırılıyor. Ekonomik şiddete maruz kalan erkek nafakasını ödeyemeyince ceza evine giriyor. Bir tür prekarya… Yani geleceği olmayan, öfkeli, yoksul ve güvensiz durum içinde olma hali. 6284 sayılı kanun gereği erkek itibarsızlaştırılıyor, uzun süre evden uzaklaştırılan babanın ailede saygınlığı ve otoritesi kalmıyor. Evlilik, boşanma, şiddet, anne baba çocuk ilişkisi, çocuk yetiştirme tutumları, aileye yüklenen anlam gibi temel taşlar, batılaşma serüveni altında 628' te anlamsızlaşıyor.
Kendi öz değerlerimiz ile yabancı değerlerimizin çatışması ortaya çıkıyor. Erkek sığınma evi ya da erkeğin evden uzaklaştırılması halinde barınma imkanlarının sağlanması kapsamında herhangi bir yeterli çalışma bulunmuyor. Tedbir kararıyla evden uzaklaştırılan erkekler; yoksulluk, suça bulaşma, sosyal dışlanma, intihar gibi risklere açık durumda yer alıyor. 6284 kapsamında şiddet göstermekle suçlanan taraf evine girememekte, eşyalarını alamamakta, hatta bu konu ile ilgili itiraz hakkı da bulunmamaktadır.
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2022 tarihli dergisinde yayınlanan makalede; 6284 sayılı kanunla ilgili yüksek lisans çalışması sonuçlarını yayınlamıştır. Buna göre evden uzaklaştırılan 20 kişilik katılımcı grubuyla görüşülmüş (8 Kadın 12 Erkek) Araştırma sonucunda uzaklaştırma kararının uzun süre olması, boşanma gibi köktenci kararların alınmasıyla sonuçlanabilmektedir. Uzaklaştırma kararından sonra 12 kişinin boşandığı, 5 kişinin boşanma aşamasında olduğu, 2 kişinin konu ile ilgili bir paylaşımda bulunmak istemediği ve sadece bir kişinin evliliğini sürdürdüğü tespit edilmiştir.
Bu veriler uzaklaştırma kararının ciddi sonuçlarını ortaya koymaktadır. Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre ise 5 yılda 973 bin baba evden uzaklaştırılmış, 2 bin yuva yıkılma noktasına gelmiş… Bu kanun nedeniyle boşanmalar ve kadına şiddet daha da artmış ve halen toplumsal bakımdan olumsuz sonuçlarıyla da varlığını sürdürmektedir. İthal ürün olan toplumsal cinsiyet politikalarını neden yıllarca uyguladık ve halen uygulamaya devam ediyoruz? Kaldı ki Fransa, Almanya, İtalya'da uygulanan bu sistemle aile sorunlarına yönelik temelden bir çözüm bulunamamıştır. Fransa sözleşmeyi ilk imzalayan devletler olmasına rağmen aile sorunları, kadın cinayetleri, acilen çözülmeyi bekleyen bir sorun olarak güncelliğini korumaktadır. 2020 yılında 90 kadının öldürüldüğü açıklanan Fransa'da Eurostat verilerine göre her 3 günde 1 kadın öldürülüyor. 2023 yılında ise Fransa Başbakanlık bünyesinde bulunan 'Kadın Erkek Eşitliği Yüksek Kurulu' cinsiyetçiliğe dair 2 bin 500 kişinin katılımıyla yapılan araştırmanın raporunu yayınladı. Buna göre kadına yönelik şiddet endişe verici boyutlara ulaştı. 18 – 24 yaşlarındaki kadınların yüzde 22'sinin psikolojik şiddet, yüzde 15'inin fiziksel şiddet gördüğü kaydedildi. Fransa'nın söz konusu sözleşmeye rağmen ülkedeki kadınları koruyamadığı, dolayısıyla Avrupa değerlerini el üstünde tutan bu sözleşmenin bir halta yaramadığı kanıtlanmıştır. Bu ülkelerde aile yapısı yok olmak üzeredir.
Kadına yönelik şiddete çözüm olması amacıyla sürekli yan yana zikredilen 'toplumsal cinsiyet eşitliği kadınların potansiyel olarak sahip olduğu gücünün açığa çıkarılması, kadınlara eğitimin sürekli olması, iş gücüne katılımı' argümanları en üst düzeyde uygulanmaktadır. Fakat tam donanımlı olmanın şiddetten korunmak için gereken temel özellikler olduğu düşüncenin bu ülkelerde geçerli olmadığı görülmektedir.
Şiddet sadece cezaları arttırarak önlenebilecek bir problem değildir. Birçok ülkede cezalar arttırıldığı halde, cezaları şiddeti önlemede yetersiz kaldığı görmezden gelinmemelidir. Erkeği cezalandırmakla sorun çözülmemekte, aksine başka problemler ortaya çıkmaktadır. Uzaklaştırma sonucunda yaşanan her olumsuzluk aile içi ilişkileri çıkmaza sürüklemektedir. Bu bağlamda 6284 sayılı kanunun beklenen faydayı sağlaması için kendi kültür ve medeniyetimizi esas alarak çözümler üretmeliyiz.
Kıtalar arası kültür farklılıklarına rağmen bizlere planlı ve güdümlü şekilde dayatılan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa, kendi bütünümüze uygun değildir. Sözleşme içinde yer alan unsurlar değerlerimizin yozlaşmasına ve giderek yok olması anlamına gelmektedir. Bu açıdan, rasyonel bir durum gibi görünen sistemli bir ağ gibi bizlere dayatılan kültürel emperyalizm oluşumlarını reddetmeliyiz. Aksi taktirde ahlaki değer anlayışlarımızla birlikte hukuki alan üzerinde de olumsuz etkileri kaçınılmaz olacaktır.