İnsan; bir kentin başkahramanı.Kalabalıklar içerisinde, kentin afili katmanlarında ilerlerken yalnızlığın dengesinin bozulması onun için bir dualitedir. Kaotik eşitsizlik, sınıf çatışmaları durumunu göz ardı etmiş olsa bile özgürlük ve toplumda var olmak birey için fenomendir.
Şunu hiç tereddütsüz söyleyebilirim ki; gerçek kent yaşamı meta üretiminin en yüksek aşamalarda olması, toplumun birtakım üstünde ve dışında konumlanan sınıfsal farklılıklara neden olmaktadır. Bu süreçte özgürlük manasında bir çıkarım gerçekleşirken kentin diğer katmanlarında ise dramatik olaylar da yaşanır. Bir çocuk mesela… Anne ve babası tarafından terk edilmiş, daha sonra akrabalarına verilmiş bir çocuk. Yalnızlıktan ve ilgisizlikten dolayı o artık bir sokak çocuğu. Günlerini sokaklarda informel işlerde çalışarak veya sokaklarda dolaşarak geçiren, aile denetiminden ve korunmasından yoksun bir çocuk. Zaman zaman suça bulaşıyor, zaman zaman tiner bali gibi uçucu maddeler kullanıyor. Kentin kıyılarında yaşayan marjinal konumda olan bu çocuk kent yaşamına, topluma sınıfaltı olarak katılmakta.
Kentin diğer kıyısından ise bir ses yükseliyor; 'Dünyayı sevgi kurtaracak' diyordu.Bu ses engelli oğlu olan bir babaya ait.Düşük sosyoekonomik şartlarda yaşıyor ve sosyal dışlanmaya maruz bırakılsalar da engelli oğlu ile hayat mücadelesine devam ediyor, oğluna olan sevgisini anlatıyordu. Yaşamsal anlamda kısıtlı olması, günlük rutininin tamamen engelli çocuğuna odaklı yaşaması zorlayıcı olsa bile, hissedilen merhamet duygusunun, sevginin her şeyden önemli olduğunu vurguluyordu.
Kentin bir diğer paradoksu ise kadın kimliğinin nasıl olması gerektiği düşüncesine sahip bir kadın… Feminist bilinçlere sesleniyordu; 'Kadınlara ayrımcılık yapılmasından, feminizmden nefret ediyorum. Feminist aktivitelere gerek yok' diyordu.Eşitlik sorunsalına çözüm olarak kadınların, erkeklerin arkasında değil yanında olması gerektiğini belirtiyordu. Kendi öz benliği ile modern olmaya çok yaklaşmış bilincin sesiydi bu.
İnsan olmanın ve yaşamın dilini kullanan en iyi görsel ve eleştirel anlatı belgeseli olan HUMAN'dan birkaç izlenimi sizlerle paylaştım. İnsanın etik ve ahlak değerlerini yansıtan HUMAN belgeselinde anlatıcılar yaşamdaki kendi rollerini dile getirirken beraberinde pek çok insanın da ortak çelişkilerini taşıyor. HUMAN karakterleri toplum denilen baskıcı yapının asırlardır üzerlerine yıktığı tüm yüklere karşı koyarak özgür bir varlık olarak ortaya çıkıyor.
Karakterler bilinçlerini izlenime açma deneyimi yaşarken, kentte yaşam süren herkesin kentin onlara sunduğu ekonomik ve sosyal imkanlara eşit şekilde faydalanabilmesine vurgu yapıyor.Belgeselde hiç tanımadığımız insanlar ölüm, aşk, yoksulluk, korku, umut gibi kavramlar üzerinden bizlere duygularını anlatıyor. Elbette bizim de HUMAN belgeselinden insanca yaşamaya dair öğrenebileceğimiz birçok dersler var.
Kent toplumunda yer alan dezavantajlı grupların sosyal haklardan eşit faydalanabilmeleri ve topluma dahil olmaları için dezavantaj temelli destek hizmetlerine erişimleri sağlanmalı ve bu grupların yeniden tanımlanması amaçlanmalıdır. Ayrımcılığa maruz kalmalarının altında yatan nedenlerinin ne olduğu ve bunların ortadan kalkması için hangi çözümlerin ileri sürülmesi gerektiği oluşturulmalıdır.HUMAN belgeselinde olduğu gibi konuşmacıların var olma, görünür olmada verdikleri mücadele toplumun tüm katmanlarına yayılmalı kalıcı ve somut değişimlerle sağlıklı kentler oluşturulmalıdır.