Bu köşede 15 Kasım 2016 tarihinde 'ÖNDER BALOĞLU'NA…' başlığı altında yayımlanan son yazım şöyle bitmişti:
'Son günlerde yaşadığım yoğun koşuşturmalar ve yaşanan acılar yüzünde çok yorulduğumu hissediyorum.
Ayrıca, sevgili eşimin yaşamakta olduğu sağlık sorunları için kendisine daha çok zaman ayırmak istiyorum.
Bu nedenlerle siz okurlarımdan bir süre izin istiyorum.
En kısa sürede KESİT köşesinde tekrar buluşmak dileğiyle…'
O tarihten beri tam üç hafta geçti. O üç hafta bizim için sıkıntılarla yüklüydü…
Yakınlarımızla ve dostlarımızla paylaşarak azalttık sıkıntılarımızı…
YAZMASIZ KALMANIN BOŞLUĞU…
Duyguları ve düşünceleri en güzel paylaşma yollarından biridir 'yazmak…'
Ve yazma tutkunları için 'boşlukta kalmak' gibi çok zor bir durumdur 'yazmasız kalmak…'.
Ozanın bağlamasız, ressamın tuvalsiz, futbolcunun topsuz kalması neyse; 'yazmasız kalmak…' da işte odur.
Ancak 'özgürlük' deyince sadece 'insanların başına yazma örtmeyi…' anlayanlarla, tek tutkuları 'para yazmak…' olanlar; 'iç huzuruyla ve özgürce yazamadığı için yazmasız kalmanın…' nasıl bir şey olduğunu anlamazlar…
Köşe yazarlığının parasal anlamda 'profesyonelce' ya da 'amatörce' yapılması tartışmaları ise bana pek anlamlı gelmiyor. Bence aslolan bu işin 'özgürce' ve ' iyi, güzel, doğru biçimde' yapılmasıdır…
Ülkemizde özellikle son günlerde çağdaş hukuka ve demokrasiye tamamen aykırı biçimde 'yazmasız bırakılan' tüm yazarlara 'özgürlük' diliyorum.
Bu haykırışı da Zülfü LİVANELİ'nin ezgileriyle süslemek istiyorum:
'Bir sözün coşkusuyla/ Dönüyorum hayata/ Senin için doğmuşum haykırmaya/ Ey Özgürlük!...'
TÜRKİYE'YE YAKIŞMAYAN DURUMLAR
Son 14 yıldan beri ve özellikle son günlerde güzel yurdumda bilime, demokrasiye ve hukuka aykırı olan öylesine utanç verici durumlar yaşanıyor ki…
Üç haftadır beynimde ve yüreğimde yoğunlaşan bu yüz kızartıcı durumları hiç olmazsa satırbaşlarıyla sizlerle paylaşmak istiyorum:
· Cumhuriyetimizin temel direklerinden olan 'Yurtta barış, dünyada barış' ilkesinin AKP/RTE iktidarı tarafından üfürükten bahanelerle yok edilerek; Irak'ta ve Suriye'de yaratılan savaş ortamı…
· Ülkemizde terörün ve devlet terörünün giderek yükselmesi…
· Toplumsal sistemimizin 'başkanlık' adı altında bir cendereye sokulmaya çalışılması...
· Türkiye'nin AB'den (çağdaş uygarlık değerlerinden) koparılmaya çalışılması…
· Devletimizin üst düzeylerinde görev yapan kişilerde bilime ve demokrasiye aykırı olan söylem ve davranışların artması…
· Taciz edilen ve yakılan çocuklarımız için toplumca timsah gözyaşları döküşümüz…
· Ülkemizde yargıya güvenin yüzde 3'lere düşmesi…
· Son günlerde ekonominin iyice raydan çıkması ve TL'nin Dolar karşısında tepetaklak olması…
· 'Senin dibin benden kara…' yarışına giren siyaset arenamızda kalitenin ve katılımcılığın iyice düşmesi…
Daha da sayılacak o kadar çok Türkiye'ye yakışmayan ve içimizi sızlatan durum var ki…
İşin acısı, bu yüz kızartan toplumsal sorunlar karşısında 'çok pişkin bir biçimde suçu başkalarına yükleyerek işin içinden sıyrılma…' alışkanlığımız da çok yaygın.
Yani doğrularla yanlışlar iyice iç içe geçmiş durumda…
Oysa bu ayıplar hepimizin. Yani 'Masum değiliz hiçbirimiz…'
PAYLAŞMANIN GÜCÜ VE GÜZELLİĞİ
'Güzelliklerin/ mutlulukların paylaşıldıkça çoğaldığı; çirkinliklerin/ sorunların ise paylaşıldıkça azaldığı…' çok yaygın olarak bilinen bir toplumsal gerçekliktir.
Yani bir erdemdir paylaşmak…
Bu bağlamda 'paylaşmak', bizim toplumumuzun temel eksiklerinden birisi olarak karşımızda duruyor.
Çünkü paylaşmak; eşitlik, özgürlük, adalet, bilim, sanat gibi değerlerle bütünleşince ve 'birlikte olunca' bir anlam kazanıyor.
Aksi halde hırlaşmanın, çatışmanın ve savaşların bahanesi olarak kullanılıyor…
Sözün özü, içimizi sızlatan ve Türkiye'ye yakışmayan sorunları aşabilmemizin yolu paylaşmaktan geçiyor.
Yaşamı paylaşmak için yeniden merhaba!
Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla…