Siyasette Turan Güneş'in esprileri, İhsan Sabri Çağlayangil'in nükteleri, Necmettin Erbakan'ın göndermeleri, Alparslan Türkeş'in ciddi sükûneti, Süleyman Demirel'in babacan sempatisi, Bülent Ecevit'in beyefendiliği, Turgut Özal'ın hoşgörüsü yok artık!

'Bip'lemekle bitmeyen söylemlerin oluşturduğu bir 'bataklık' var yerlerine. Müsebbipleri de bataklığı kurutmak yerine, elindeki çamurlu su kovasını sözüm ona 'siyaset yapma' adına karşıtına boca eden siyasetçiler.

Bataklığın ilk çamurlu su kovası 'ananı da al git!' söylemiydi. Yıllarca bu kovalar doldu boşaldı siyaset arenasında.

Siyasetçiler büyük bir gayretle bataklığı genişlettiler.

Bataklık bu ya, sivrisineği de bol oluyor…

Vızır da vızır!

***

Geçen haftaların bombasıydı, dini bütün vakıf evlerinde kalan 45 çocuğa tecavüz haberi. 10 vaka doktor raporuyla belgelendi, soruşturma açıldı, tecavüzcü öğretmen tutuklandı, suçunu itiraf etti.

Medyada, basında, sosyal ortamlarda ağır eleştiriler yapıldı.

Olay, dini bütün olduğu iddia edilen bir çevrede gerçekleştiğinden; dini bütün iddiasında olanları şaşkına uğrattı; derin bir sessizliğe itti.

Olayı aklıselim ile çözecek, gereğini yapacak bakanımız 'Buna bir kez rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumu karalamak için gerekçe olamaz.' deyiverdi.

Ortalık karıştı.

Vakıf yöneticileri, Vali, Milli Eğitim Müdürü 'kıvırtık cümleler'le geçiştirmeye çalıştılar. Çok geçmeden vakıf faaliyetlerinde boy gösterdikleri belli oldu.

Mecliste bakan hakkında verilen gensoru önergesi AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Reddedenler, ağızları kulaklarında sıraya girip bakanı kutladılar.

Olayı perdelemek (!) gerekliydi, yandaşlara da bu mesaj iletildi.

Oysa 'gereken yapılacaktır' veya 'bu tür oluşumlar gözden geçirilecektir' denseydi ve gereken yapılsaydı bu kadar yaygara kopmazdı.

***

Kılıçdaroğlu, CHP grup toplantısındaki uzun konuşmasında 'Aileden sorumlu bakan da zaten birilerinin önüne yatmış durumda.' deyiverdi.

Önüne yatmak, TDK Deyimler Sözlüğü'ne göre 'bir kişi veya kurumu korumak amacıyla elindeki imkanları kullanmak' anlamına gelir.

Bu deyim, siyaset raconuna zamanın İçişleri Bakanı Muammer Güler tarafından, 'Reza Zarrap'ın önüne yatacağını söylediği tapeler'le girmişti.

***

Gençlik yıllarımda çalıştığım kafede bir bayan ve yanında iki kızı üç kola içtiler. Hesabı ödemeden kalkıp giderlerken, çıkışta yakaladım.

'Han'fendi, üç kola hesabınız vardı!' dedim kibarca.

Bayan bana döndü, elini beline koydu, var gücüyle haykırdı:

'Ne diyorsun sen? Ben evli barklı bir kadınım. Benim aslan gibi kocam var. Terbiyesiz!'

Ben nutku tutulmuş bakarken, onlar sırtlarını dönüp gittiler. Olayı yanlış anlayan herkes iğrenerek bana bakıyordu, ben utancımdan kızarıyordum; bir şey diyemedim. Han'fendi istediği algıyı oluşturmuştu.

Düştüğüm aşağılayıcı duruma mı üzüleyim, yevmiyeden ödeyeceğim üç kola parasına mı?...

***

Siyaset erbabı bir süre 'ne diyeceğini bilememenin sessizliği'ni yaşayan yandaşlara 'güven telkini operasyonu'na başladı. Karşılıklı salvolar başladı.

'Senin sapığın daha sapık!'

'Senin seviyen daha düşük!'

Bir yaygara! Bir hakaret!

Sesi çok çıkıp bağıranın haklı sanıldığı bir ülkede yaşadığımızdan; tek elden hazır pankartlarla yürüyüşler, siyah çelenklerle medya önünde bayağı gürültü çıkarıldı.

Amaç, kola parasını ödememek…!

***

Vakıflar korumaya alındı. Emir sonucu zoraki tepki koyan teşkilatlarının gülünç söylemlerini izledik.

'Dervişin fikri ve zikri' ile ilgili atasözünün bir bumerang olduğunu anlayamadan bol bol kullandılar. Bağırarak, çağırarak; yaşanan 'acı gerçeğin gündemi'ni değiştiriverdiler.

Toplum da yedi!

Yaygara yap, şamata yap olayın çirkinliğini saklamaya çalış.

Utanç verici!

***

Bu olaylar yaygarayla kapanmaz beyler! Mevcut yapıları sorgulamazsanız; suç cezasız kalır, her şeye rağmen savunma muteber olursa, aynı olaylar yine yaşanır.

'Güneş balçıkla sıvanmaz.'