Oturup yazalım şu yazıyı artık.
Yazı dışında hiçbir şey düşünmeden…
Olurdu olmazdı…
Yazılırdı yazılmazdı…
Yazacağımız yazı işe yarardı yaramazdı demeden.

***

Bütün gün, içimden, ta derinlerden gelen bir ses, dur bakalım, çaydan sonra yazarsın…
Kahveden sonra yazarsın…
Ivırdan zıvırdan…
Carttan curttan…
Zarttan zurttan sonra yazarsın, deyip durdu.

***

Orhan Pamuk'a sormuşlardı,
'Romanlarınızı nasıl yazıyorsunuz?' diye.
Aslında kimse sormamıştı da o kendisi, 'Öteki Renkler' kitabında yazmıştı. Ben de oradan okumuştum.
'Kafama vura vura yazıyorum!' diye yazmıştı.
Tam olarak böyle mi yazmıştı.
Bilmiyorum.
Yıllar oldu ben o kitabı okuyalı.
İki bin yılıydı sanırım okuduğumda.
İki bin kitap daha okudum onun üzerine.
Kitabı açıp bakabilirim belki.
Ve belki bulabilirim dört yüzden fazla sayfada bu cümleyi.
Hayır!
Bakamam.
Baksam bulamam.
Bulsam…
Hayır bulamam!
Bu, karanlık bir odada kara bir kediyi aramaya benzer.
Belki bu karanlık odada kara bir kedi de yoktur. Ara dur artık işin yoksa.
Bu karanlık odayla kara kedi hikayesini de bir yerden okuduğum kesin.
Nasıl yazacağım okumadan! Yazarın tek sermayesi okumaktır.
Başıma bu yazı işini almamın tek nedeni de okuduğum kitaplar zaten.
Don Kişot'un şövalye kitapları okuya okuya kendini şövalye zannetmesi gibi bir şey bu.
Okurken okurken…
Yazar olduğuma iyiden iyiye inandım.
Henüz yazıp ettiğim; işe yarar, sağlam bir şey de yok ortada.
Kader işte! Alınyazısı!
Ama bu, hiçbir zaman sağlam bir şeyler yazamayacağım anlamına da gelmez; henüz zamanım var bunun için!

***

Sonra…
Sonra, ona bak buna bak! Onu nereden okudum bunu nereden okudum? O tam olarak öyle miydi bu tam olarak böyle miydi?...
Yazı yazarken mümkün olduğu kadar elimi çabuk tutmalıyım.
Yazı dediğin ak bir güvercine benzer.
Uzun süre tutarsan avuçlarında, ölür.
Bir an önce gökyüzünün maviliklerine bırakmalısın onu.
Zamanın sonsuzluğuna.

***

Şimdi kendimizi bir odaya kapatıp, kapıyı üzerimize kilitleyip…
Ve hatta dışarıdan gelecek seslere karşı kulaklarımıza pamuk tıkayıp yazalım artık şu yazıyı.

***

Hepsi tamam da ya kafamızın içi? Her şey orada olup bitiyor zaten. Kafamızın içinde filler tepiniyor.
Her taraftan gelen sesler…
Araba sesleri…
Korna sesleri…
Sucunun çıldırtan melodisi…
Bağırtılar, çağırtılar…
Sürekli adımızın söylenip durması…
Sürekli bize seslenen birilerinin olması…
Ne var!
Ne var!
Ne var!
Bir kurtulabilsek şu fillerin her şeyi ezip yok eden ayaklarının ağırlığından…