Kanımca son yıllarda Türkiye toplumunun öne çıkan özelliği 'kutuplaşma' oldu.

Kutuplaşmanın neden olduğu gerginlikler ortalığı öylesine kapladı ki, taraflar birbirlerine karşı 'üç maymunu oynuyor…'

Kutuplaşmanın ortalığa saldığı pislikler yüzünden, toplum adına öne çıkan anlı şanlı insanlarımız öylesine saçma sapan söylemler ve davranışlar sergiliyorlar ki…

Ve de bu yüzden sözde dağ gibi kurumlarımız, kuruluşlarımız, örgütlerimiz; sürekli fare doğuruyor…

Gelin biz kendimizi kutuplaşmanın bencilliklerinden olabildiğince arındırarak ve gerçeklerle yüzleşerek, bazı yakıcı sorunlarımızı birlikte irdelemeye çalışalım.

YOKSA 'ERMENİ SORUNU' YAŞANMADI MI?..

Bilindiği gibi her yıl özellikle bahar aylarında depreşen bir toplumsal yaramızdır 'Ermeni sorunu…'

Üstelik 1915 yılının bahar aylarında bu ülkenin Doğu bölgelerinde, 'yaklaşık 1,5 milyon Ermeni yurttaşın öldüğü' gerçeğini kimse yadsıyamıyor.

Ancak bu insanların 'neden, nasıl ve kimlerce öldürüldüğü?..' söz konusu olunca, karşımıza çok farklı yaklaşımlar ve yorumlar çıkıyor.

Bu yorum farklılıklarının nedenleri şöyle özetlenebilir:

1. Bazı insanların Ermeni olayını şu anda sahip oldukları ideoloji doğrultusunda yorumlaması.

Örneğin, olaya 'Ermeni şovenizmi' ya da 'Türk şovenizmi' açılarından bakanların yorumları tamamen zıt kutuplardadır… Olaya dinsel pencereden bakmak da zıtlığın başka bir örneğidir…

2. Olayın, o dönemin dünya konjonktüründen ve tarihsel süreçlerinden yalıtılmış olarak irdelenmesi.

Örneğin, o yıllarda tüm dünyayı kana bulayan Birinci Dünya Savaşı'nın kirliliklerinin Anadolu'yu da çokça bulaştığı unutulmamalıdır…

3. Geçmişteki olayın bugünkü kavramlar ve terimlerle değerlendirilmesi.

Örneğin, 'Soykırım' kavramı dünyada ilk kez 1944 yılında Polonyalı bir hukukçu olan Raphael Lemkin tarafından kullanılmıştır. Bu kavramın BM belgelerine girişi ise 1948'den sonradır…

4. Konuyla ilgili kavram ve terimlerin zıtlaştırılması.

Örneğin, 'tehcir (zorunlu göç)' ve 'soykırım' kavramları birbirinin zıttı değil, yandaşıdır…

5. 'Çömlek çömleğe dibin kara dermişçesine…' kötü örneklerin birbiriyle kıyaslanması.

Örneğin, geçmişte Almanya, Rusya, Fransa gibi devletlerin yaptığı kötülüklerin, Ermeni olayı ile kıyaslanması…

6. 'Daha dün Sivas'ta yaktığımız insanları…' görmezden gelerek, 'Bizim atalarımız katliam yapmaz…' bağnazlığıyla Olayın tamamen inkar edilmesi.

Evet, Türkiye toplumu olarak geçmişte yaşanmış Ermeni Sorunu ile bilimin ve demokrasinin rehberliğinde yüzleşmek durumundayız.

Bu yüzleşme çağdışı dinsel ve ırksal yaklaşımlardan, kasıtlı kavram saptırmalarından, kalitesiz ve seviyesiz söylemlerden arınmış olarak sürdürülmelidir.

'LAİKLİK' OLMADAN BİRLİKTE YAŞANABİLİR Mİ?

Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerinden olan 'laiklik', Kuruluş'tan beri hep sorunlar yaşamıştır.

Ancak son yıllarda AKP/RTE iktidarının hoyratça yıpratan uygulamaları yüzünden, bugün laiklik toplumumuzun birincil sorunu durumuna gelmiştir.

Bugün hem Türkiye'de hem de Ortadoğu'da ve hatta dünyada akan kan ve gözyaşının temel nedeninin 'laikliğin yıpranmasından kaynaklandığı' olduğu açıkça ortadadır.

'Farklı inançlardan olan insanların bir toplumda bir arada yaşabilmelerinde laikliğin çok önemli bir kaynaştırıcı olduğu' gerçeği, bugün artık 'kör parmağım gözüne' durumdadır.

Bu nedenlerle Türkiye toplumu 'laiklik' ile yeniden ve daha güçlü bir biçimde 'yüzleşmek' zorundadır.

Bu yüzleşmede ülkemizin tüm duyarlı yurttaşlarına sorumluluklar düşüyor.

Elbette ki temel sorumluluk 'demokrasi güçleri' üzerindedir. Bu ülkedeki tüm ilerici, demokrat, sosyal demokrat, sosyalist kişiler ve örgütler; günümüzde ivedi ve güncel görevin 'laikliği korumak ve geliştirmek' olduğu bilinciyle güçlerini birleştirmelidirler.

Bu ülkede laik Cumhuriyetin yarattığı özgür ortamda palazlanan 'burjuvalar ve liberaller' de laiklikle yüzleşmek ve daha kararlı bir biçimde sahip çıkmak zorundadırlar. Çünkü 'dinsel bir diktatörlüğün onlara da tahammülü yoktur…'

Ayrıca unutulmasın ki, eğer inanç özgürlüğünün güvencesi olan laiklik ortadan kalkarsa diğer dinsel inançlar karanlığa gömülecektir. Çünkü 'dinsel diktatörlükler kendilerinkinden başka inançlara yaşam hakkı vermezler.' Bu nedenle laiklik, ülkemizdeki saf inançlı yurttaşlarımızın da sığınacağı en güvenilir limandır.

Bilim ve demokrasi yolunda laiklikle yüzleştiğimizde; 'eşitlik, özgürlük, barış ve kardeşlik içinde birlikte yaşamanın en güzel ortamının orada olduğu…' görülecektir.

TERÖR VE ŞİDDETLE YÜZLEŞMEK

Çağımızın baş belası olan 'şiddet ve terör', son yıllarda Türkiye'yi de iyice sarmalına almış durumda.

Ama biz toplumca sanki o yapışık katilleri kanıksadık. Her gün medyadan donuk yüzlerle izliyoruz ölüm haberlerini… Üstelik her iki tarafın attığı hamaset nutuklarıyla birlikte…

Oysa şiddet ve terör kullanarak ulaşılacak hiçbir amaç/hedef meşru olarak kabul edilemez.

Bu nedenledir ki, hem IŞİD ve benzeri dinsel terör örgütleriyle hem PKK ve benzeri etnik terör örgütleriyle hem de terörü araç olarak kullanan siyasal örgütlerle açıkça yüzleşmek ve bunlara şiddetle karşı çıkmak zorundayız.

Bir topluluğun/toplumun aydınlık geleceği için verilecek mücadelenin tek yolunun 'demokratik yöntemler' olduğu unutulmamalıdır.

Ayrıca unutulmamalıdır ki:

'Elbette ki her örgütlü toplumun şiddet eylemleriyle mücadele etmesi kaçınılmaz görevidir.'

'Ancak, sosyal devlet olmanın temel niteliği, terörle mücadelede hukuk ilkelerine bağlı kalmaktır.'

' Terörün varlığı, hiçbir zaman devletin de aynı yöntemlere başvurmasının gerekçesi olamaz…'

Bu bağlamda kendini devlet yerine koyarak, akıl ve demokrasi dışı politikalarla yangına körükle giden zihniyetle de elbette çok iyi yüzleşmezliyiz.

Çünkü terörün en tehlikelisinin 'devlet terörü' olduğu konusunda insanlık tarihinde o kadar çok örnek var ki...

Sağlıkla, sevgiyle ve dostlukla…