Son günlerde kendisini hukuk devleti olarak tanımlayan ülkemizde yaşanan ve ben dahil herkesi hayretlere düşüren hukuk tanımaz söylemler, olaylar bana Platon un devleti yöneteceklerini anlattığı mağara öyküsünü hatırlattı. Çok fazla ders içeren, her geçen gün düşüş hızı biraz daha artan hukuk kavramını da anlatan bu öyküyü Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk un ifadeleri ile sizinle paylaşmak istiyorum. ' Platon bilgi felsefesini, dolayısıyla devleti yönetecek olanları anlatabilmek için insanlardan, güneş ışığının ya da aydınlığın içeriye sızmasını engelleyecek uzunlukta bir geçitle dışarıya bağlanan ve ışığa açılan bir yeraltı mağarası sahnesini tasarlamalarını ister. Bu mağaranın en dibinde, çocukluklarından beri elleri, kolları ve boyunları zincirlere bağlı, kıpırdamadan duran, yüzleri mağaranın duvarına dönük, sadece önlerini görebilen insanlar bulunmaktadır. Arkaları mağaranın ağzına dönük biçimde duran bu insanlar, birbirlerini ve kendilerini görmemekte; sadece önlerindeki duvarı görmektedirler. Arkalarında ise bir yol, yol üzerinde insan boyu yüksekliğinde bir duvar bulunmakta, yüksekçe bir yerde de ateş yanmaktadır. Duvarın arkasında ise gidip gelen, kendi aralarında konuşan, ellerindeki taşlardan ya da tahtalardan yapılmış insanlara ya da başka yaratıklara yahut da nesnelere benzer araçları oynatan kuklalar bulunmaktadır. İşte bu kuklaların oynattıkları araçların gölgeleri zincire bağlı insanların önündeki duvara yansımakta ve kuklaların konuşmaları da duyulmaktadır. Öykü böyle başlar. Bu koşullarda Platon'a göre bu evrede yaşanacak olan şudur: Mağaranın dibinde zincire bağlı olarak oturan ve yaşamları boyunca sadece nesnelerin gölgelerini görebilen insanlar, onları gerçek nesnelerle karıştıracak, gölgeleri gerçek sanacak, konuşma sırasında duydukları seslerin de gölgelerden gelen sesler olduğuna inanacaklardır. Görme, işitme gibi duyuya dayanan bilgiler, görünüşlerin oluşturduğu 'doksa'dır. Yani sadece inançlar, sanılar dünyasında yaşayanlara özgü görünüşlerin bilgisidir. O yüzden bu zincire bağlı insanlara göre biricik gerçek, biricik doğru, ateşin duvara yansıttığı bu gölgeler ve bu gölgelerden kaynaklanan sahte seslerdir.
Platon, bu noktada insanlardan bir şeyi düşünmelerini ister: Bu zincirlenmiş kişilerden biri kurtarılmış ve yüzü kuklaların oynattıkları nesnelere ve ışığın kaynağına döndürülmüş, mağaradan dışarı çıkarılmış olsun. Düşünüre göre, bu aşamada kurtarılan kişi, alışık olmadığı güneş ışığından kamaşan, hatta körleşen gözlerini sımsıkı kapatacak, dışarı çıkmamak için direnecek, eski 'doksa' yaşamına dönmeyi isteyecektir. Çünkü gözleri güneşten kamaşıp, geçici olarak körleşmiştir. Ancak yine Platon'a göre dışarı çıkarılanlardan biri, gözleri ışığa alıştığında geçici körlüğü yenecek, bu sancılı dönemi aşacak, gördükleri karşısında allak bullak olacak ve mağaraya geri dönecek, eski arkadaşlarına olup bitenleri anlatacak, ancak gölgelerle, görünüşlerle yetinmeyi öğrenen eski arkadaşları onun anlattıklarına inanmayacaklardır. O ise, daha önce gördüğü her şeyin kaynağının güneş/ışık olduğunu anlayacaktır. ' öyküden çıkarımlara gelince,
Birinci çıkarım şudur: İnsanların büyük çoğunluğu; görüntüleri, görünüşleri ve buna dayanan inançları, kanıları, sanıları, yanılsamaları gerçek bilgi sanmakta, mağara duvarına yansıyan gölgeleri doğru/gerçek diye görmekte ve elbette aldanmaktadır. Ne yazık ki, insanlar, çoğu zaman çoğu yerde bu türden mağaralarla kuşatılmışlardır.
İkinci çıkarım şudur: Biri gelir, ellerindeki, ayaklarındaki, boyunlarındaki zincirleri çözerek insanları mağaranın dışına çıkarır; kafalarındaki bu görüntülere, görünüşlere dayanan inançları, kanıları, sanıları ortadan kaldırmaya çalışırsa o kişiler, önce direnirler, gözlerini kamaştıran ışığı görmemek için yüzlerini sımsıkı kapatmaya çabalarlar. Bu çok sancılı bir süreçtir. Zira insanlar için yanılgılarından, eski alışkanlıklarından kurtulmak çok yorucudur. Bu nedenle daha önceki görünüşlere yaslanan gerçekler, doğrular onlar için asıl olmayı sürdürecektir. Tam bu noktada karanlık ile aydınlık çatışmış, sıradan insanlardan oluşan çoğunluk, aydınlığı reddetmiş; 'görülenlerin bilgisi' olan kanı, sanı ile yetinmiştir. Bunlar, 'sanı dost'larıdır. Ne yazık ki, yaşadığımız dünyanın gerçeği de budur.
Üçüncü çıkarım şudur: Mağaranın dışına çıktıktan sonra gözlerini açabilenler, insanların ve başka nesnelerin gölgelerini, suda yansımalarını, hatta suya yansıyan kendilerini de görürler. En sonunda da gördükleri güneşe baktıklarında daha önce gördükleri her şeyin gerçek nedeninin ve kaynağının güneş olduğunu anlarlar.
Dördüncü çıkarım şudur: İnsanlar, kendilerini doğru yola götürmek isteyenleri dinlememekte, tersine bu insanları yıkıma sürüklemektedirler.
Beşinci çıkarım şudur: Devlet, bencil amaçlarla, kurnazca yöntemlerle halkı kandıran, sıradan siyasetçilerle değil; bunlara metelik vermeyen, yalnızca ülke yararını ve gelecek kuşakları düşünen filosof krallar/devlet adamlarıyla yönetilmelidir.