Aşk; kimine göre saçmalıktan ibaret olan ve sadece üç harften oluşan bir kelime, kimine göre ise kalbin kan pompalamak dışında yapabildiği ve hayatı daha anlamlı kılan duyguların en özeli ve en güzelidir.
Yalnızca yaşanmaya değer değildir aşk; yazılmaya, okunmaya ve anlatılmaya da değerdir... Herkes de bilir o kısacık üç harfin içine neler neler sığabileceğini ve insana neler yaptırabileceğini...
O değil midir?.. Kaleme mürekkep olabilen, şiirlere ve romanlara en güzel anlamları getirebilen, şarkı olup dinlendiğinde yaş olup gözden akıp giden, anıları canlandırıp sevdiğini aklına getiren... O değil midir ki; tam olarak kendini bitmişliğin, tükenmişliğin içerisinde bir o yana bir bu yana sallanırken kaybolup gideceğini sandığın an gelip senin elinden tutan... O değil midir ki; senin şu zamana kadar olup olabilecek tüm duyguları öğrenip bildiğini sandığın anda bir anda karşına çıkıp aslında senin öğrendiğin her şeyin bambaşka bir tarafının olduğunu sana en baştan gösteren... O değil midir ki; sana şu zamana kadar yaşamadığın onca şeyi bir anda yaşatan... O değil midir ki; senin o ana kadar kimseden görmediğin sevgiyi, ilgiyi, alakayı senden hiçbir koşulda eksik etmeyen... O değil midir ki; sana sevmeyi, sevilmeyi en uç noktalarına kadar öğreten... O değil midir ki; senin gözlerini tamamen kör edip uğruna her şeyini verebileceğin bir sen yaratan... O değil midir ki; senin o ana kadar yaşadığın tüm hayatın boyunca hiçbir şekilde, hiçbir konuda göz yaşı dökmediğin halde sana uğruna göz yaşı döktüren... O değil midir ki; sana karşılıksız sevgisini, ilgisini ve alakasını iliklerine kadar hissettirip seni bir anda dünyanın en duygusal insanı haline getiren... O değil midir ki; seni kendine deli gibi bağlayıp o saatten sonraki geleceğin için birlikte hayaller kurduran... O değil midir ki; bir anda hayatına dahil olup, sana hayatındaki her bir şeyi ikinci plana attırıp kendini hayatının en ama en nadide parçası hissettirmeyi sağlayabilen... O değil midir ki; sadece ama sadece normal, sıradan bir günü bile sana her gün bayrammışçasına son derece mutlulukla yaşatıp tüm hayatını ve geleceğini, hayallerini süsleyen... O değil midir ki; Mecnun olup çöllere düşüren, Aslı olup küllere döndüren, destanlar yazdıran da o değil midir?
Veysel Karani’nin aradığı aşk neydi? Sezai Karakoç’a Monna Rosa’yı yazdıran neydi mesela? Cemal Süreya’ya o dizeleri söyleten; Aşık Veysel’in, Aşık Reyhani’nin saza döktükleri nedir? Akif’e İstiklal Marşı’nın son kıtasını tırnaklarıyla duvara kazıyarak yazdıran nedir? Yazımızın en başında aşkın tanımını yaparken aşkı, bir saçmalıktan ibaret olarak görenlerden bahsetmiştik. Aslında saçmalık olan aşk değil; bunca şairin, bunca ozanın yazdığı, söylediği şeylere ilham olabilen bu denli güçlü ve anlamlı bir duyguyu sıradanlaştırarak niteleyenlerin düşünceleridir. Aşkın tanımı, her insanın kendi üzerinde bırakmış olduğu etkiye göre ciddi anlamda farklılık gösterir fakat aşk tamamen saçmalıktır diye bir tanımlama da yapılamaz. Her ne kadar ilk başlarda böyle bir hataya düşülse de ilerleyen zamanlarda ansızın bir şekilde denk gelinince, o sırılsıklam aşık olma evresine geçilince, bir insandan hem karşılıksız bir şekilde sonsuz derecede sevilmeyi hem de sevmeyi öğrenince bu tanım tamamen farklılık göstereceği anlaşılır. Asıl önemli olan sabredip hayatınızın aşkını beklemektir ve onu bulunca kaçırmamaktır. Zaten gerçek aşk, manevi olandır. Katıldığı her şeyi anlamlı kılandır.
Şimdi ise yazımın son kısmında inanmayanlara seslenmek istiyorum: Aşk tam olarak bu şekildedir. Üç harfin de ötesidir. İster gerçek aşka aşık olun; ister kaleme, kağıda, bir dizeye, bir şarkıya... Ama aşık olun... Kalbiniz her zamankinden farklı atsın bu sefer de. Korkmayın ondan, hatta bulduğunuzda sımsıkı sarılın ona. Çünkü kolay kolay bulunmaz kendileri ama bulduğunuzda, bir ömür yanı başınızdan ayrılmaz.