Günümüzde dünyada ve Türkiye’de iktisadi, siyasi ve sosyal birçok sorun var. Araştırmacılar, politikacılar ve sosyal sorunlara ilgili duyan herkes, bu sorunların nedenlerini ortaya koymaya çalışıyor. Diğer taraftan bazı kesimse “çözüm” üretme uğraşında.
Türkiye’de yaşanan siyasal despotizm ve egemenlik krizini, 21. yüzyıl dünyasındaki sorunlara örnek vermek mümkün. Televizyon kanallarında, gazetelerde, dergilerde ve bilimum iletişim araçlarında bu soruna yönelik tartışmalar yürütülüyor.
Ancak ne yazık ki bu sorunun en temel nedenine ilişkin sistematik tartışma, yok denecek kadar az. Yapısal ve tarihsel bir sorun, konjonktürel ve arızi bir biçimde kamuoyuna lanse ediliyor. Sonuç olarak da büyük çoğunluk, sistemin devasa sorunlarını küçük hamlelerle çözme gibi “iyiniyetli” girişimlerde bulunuyor. Ya da bu sorunlardan beslenerek konfor alanını korumaya devam ediyor.
İçinde bulunduğumuz dünyadaki sorunların kaynağını insanlık tarihinde aramak gerektiğini düşünüyorum. Böyle bir arayışa girdiğimizde kuşkusuz ki çözüm bulma sürecimiz de hızlanacak.
Aslında siyasal, iktisadi ve sosyal alanların tamamının arkasında, insanın doğasından uzaklaşması olduğu sonucuna varabiliriz. Bu noktada arkeopolitik yaklaşıma başvurmak yerinde olacaktır.
Mülkiye’den hocam Prof. Dr. Erdem Denk, 50 bin yıllık insanlık tarihinde eşit bölüşümün olduğu avcı-toplayıcı toplulukları örnek göstererek, içinde bulunduğumuz olumsuz koşulların arkasında kaynakların herkes tarafından eşit bölüşülmesini imkansızlaştıran koşulların yattığını ileri sürüyor.
10.000 yıl önce buzulların çözülme süreciyle birlikte, nüfus belli yerlerde yoğunlaşmıştır. Nüfusun sıkışmasına bağlı olarak rekabet tetiklenmiş ve bazı çevrelerde “gelişme” adı verilen ancak aslen inovasyon olarak ifade edilebilecek olan süreç başlamıştır. Zira gelişmeyi refah olarak tanımladığımızda, dünyanın bugün tam tersi istikamette olduğunu söylememiz gerekir.
İçinde bulunduğumuz toplum yapısında refah herkese yayılmıyor. Aksine üretim araçlarına sahip olan grup, emek gücüyle geçimini sağlayanları daha fazla sömürmenin yollarını buluyor.
Türkiye’de bu süreç ne AKP’yle ne de TÜSİAD’la gelişti. İnsanlık tarihinin birikimi, eşitsiz bölüşmeyle beraber bizleri bu hale getirdi.
Bugün iktidarda olan AKP ve onun iktidarındaki en büyük destekçisi olan TÜSİAD’sa konjonktürel olarak sistemin devamlılığının aparatları. Dolayısıyla bu aparatların da sistemik sorunların çözümünde hiçbir faydası olmayacağı kesin…