Mustafa Kemal Atatürk’ün en sevdiği kitaplardan birisi olan jean-Jacques Rousseau’nun toplum sözleşmesi eserini okumak sadece siyasi bir fikir edinmek için değil, insanlık hakkını anlamaya çalışmak için önemlidir.
Atatürk’ün bu kitabı başucu yapması tesadüf değildir. ‘Toplumsal Sözleşme’ halk egemenliğini, adaleti, özgürlüğü ve bireyin haklarını temel alan bir yönetim anlayışını savunur.
Bazen tek bir cümle, bir çağın aynası olur.
‘’ İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur’’
Okudukça fark ettim ki, bu kitap geçmişin değil, aslında bugünün de aynası. hâlâ zincirlerimizi tam olarak kıramadık. Rousseau’nun yüzyıllar önce sorduğu o sorular, bugün yeniden ve daha yüksek sesle sorulmalı: “Ben bu düzenin neresindeyim?”, “Söz hakkım var mı?”, “Benim iradem gerçekten temsil ediliyor mu?”
Rousseau’ya göre insan, doğada özgürdür; ama toplum düzenine geçtiğinde bu özgürlüğünü kaybeder. Fakat kaybolan yalnızca özgürlük değil, aynı zamanda eşitlik ve adalettir de. Bu noktada Rousseau, bir çözüm önerir: Toplumun üyeleri kendi aralarında bir sözleşme yapmalıdır. Bu sözleşme, bireylerin iradelerini birleştirerek “genel irade”yi oluşturmasını sağlar. Genel irade, halkın ortak çıkarlarını temsil eder ve meşru olan tek iktidar kaynağıdır. Yani iktidarın meşruluğu, tanrısal bir hakka ya da soya değil, halkın ortak iradesine dayanır. İşte tam bu yüzden Toplumsal Sözleşme, monarşilere karşı yükselen halk sesinin felsefi temeli olur.
Rousseau, kralın değil, halkın muktedir olması gerektiğini söylerken aslında bugünkü cumhuriyet anlayışının da zeminini hazırlar. Bu düşünce, Atatürk’ün cumhuriyeti ilan ederken dayandığı temel ilkelerle birebir örtüşür. Nitekim Atatürk, halkın iradesini esas alan bir yönetim kurmuş; sınıflar arasında ayrıcalığı reddetmiş, bireyin haklarını, hukukla güvence altına almıştır. Rousseau’nun “İtaat etmek zorunda olduğum yasaları kendim yapmazsam, o yasalar bana ait değildir” düşüncesi, Meclis’in varlık nedenidir adeta.
Kitap boyunca geçen "genel irade" sadece çoğunluğun dediği değildir; herkesin yararını, haklarını ve onurunu gözeten bir ortak akıldır. İşte bu yüzden bugün Toplumsal Sözleşme’yi yeniden okumak, sadece bir nostalji değil, bir ihtiyaçtır.
Tarihten bugüne pek çok örnek verir Rousseau’ya hak veren.
Fransız Devrimi’nde Bastille’in kapıları onun fikirleriyle sarsıldı.
Amerika’da anayasa, bu düşüncenin kıvılcımlarıyla şekillendi.
Ve Anadolu’da, emperyalizme karşı bir millet ayağa kalkarken, bu kitap bir liderin zihninde yankılandı.
Çünkü bu sözleşme, sadece bireyle devlet arasında değil; insanla insan arasında da bir ahlaki bağ kurar. “Hiçbir insan, başka bir insanın efendisi değildir” diyerek, özgürlüğü doğuştan gelen bir hak olarak tanımlar yazar.
Özgürlük, aynı zamanda söz sahibi olmaktır. Düşünmek, sorgulamak, eleştirmek ve gerektiğinde hayır diyebilmektir. Rousseau bunu yazdı. Atatürk bunu yaşattı.