Rusya-Ukrayna Savaşının tehlikeli boyutlara ulaştığı şu günlerde dünyamız tam bir karışıklığa girmiş durumda.
Son olayların açıkça gösterdiği gibi 'Dünyamızı diktatörler yönetiyor.' Sapkın diktatörlerin çaldığı savaş tamtamlarının iğrenç sesleri dünyamızı sarmış durumda… Böylesi dumanlı havaları çok seven 'dünyamızın savaşçı diktatörleri', birbirleriyle kan dökme yarışı içindeler.
Dünyamızın sessiz çoğunluğu isevarlık nedenleri olan 'barış'konusunda sanki 'Dut yemiş bülbül gibi…'Ortalıkta dolaşan 'barış sesleri' de tam bir 'kakofoni' örneği; her ağızdan/ her çalgıdan başka bir ses çıkıyor…
Örneğin, son günlerde ülkemizde yapılan 'Savaşa Hayır' toplantılarında birbiriyle karşıtlık oluşturan ve aslında 'savaşın değirmenine su taşıyan sloganlar' sıkça kullanılıyor.Aynı toplantıdaki gruplardan bazıları ABD'ye bazıları da Rusya'ya veya Ukrayna'ya kahrediyor; birlikte 'Barış!'diye haykırılamıyor…
Savaşların güç kaynağı olan'etnik/ dinsel kimlik siyaseti, ideolojik önyargılar, barış ve demokrasi kültürü eksikliği'gibi etkenleryüzünden, güçlü bir 'barış dili' oluşturulamıyor.
Dünyamızda ve özellikle bizim gibi demokrasi sorunu yaşanan ülkelerde ciddi anlamda 'Barış kültürü eksikliği' yaşanıyor.
'BARIŞ KÜLTÜRÜ' KORUNMALI VE GELİŞTİRİLMELİDİR
İnsanlık tarihinde 'Savaş ve Barış' iç içe gelişen olgulardır. Ancak evrensel ve bilinçli bir barış kültürü, İkinci Dünya Savaşından sonra uluslararası gündeme girmiştir. 1 Eylül Dünya Barış Günü, Dünya Barış Konseyi, Uluslararası Barış Örgütleri gibi oluşumlar henüz yeterince olgunlaşmamıştır.
Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler tarafından13 Eylül 1999 tarihinde kabul edilen'Bir Barış Kültürü Hakkında Bildiri' önemli bir belgedir. Dokuz maddeden oluşan Bildiri, şöyle hükümler taşıyor:
  • Barış Kültürünün tanımı, içeriği, dayanakları, amaçları, araçları,
  • Barış Kültürünün tam olarak geliştirilmesindeki yöntemler,
  • Barış Kültürünün bağlantıları,
  • Barış Kültüründe eğitimin ve insan hakları eğitiminin rolü,
  • Barış Kültüründe hükümetlerin önemli rolü,
  • Barış kültürünün geliştirilmesinde sivil toplumun tam olarak katılımı,
  • Barış Kültüründe medyanın eğitici ve bilgilendirici katkısı,
  • Barış Kültürünün geliştirilmesinde anahtar rolün başta ebeveynler olmak üzere çok geniş toplum kesimlerine düştüğü,
  • BM'nin barış kültürünü kuvvetlendirme çalışmalarının devam etmesi,vurgulanmaktadır.
(Daha geniş bilgi için bakınız: Gemalmaz, Mehmet Semih, Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, 6. Baskı, Legal Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.1494-1498.)
Bu Bildiri, barış kültürü konusundaki tanımları, ilkeleri, amaçları ve örgütlenme yöntemlerini somut ve anlaşılır bir biçimde ortaya koyan çok önemli bir belgedir.
Bildiri'ye göre:'Barış Kültürü; eşitlik, adalet, demokrasi, insan hakları, hoşgörü ve dayanışma ilkelerine dayanan ve birlikte yaşamayı ve bölüşmeyi destekleyen bir kültürdür.'
UNESCObelgelerinde de barış kültürünü 'Çatışmayı önleyen ve şiddeti reddeden değerler, tutumlar ve davranışlar' olarak tanımlar.
1959 yılında Oslo'da Uluslararası Barış Enstitüsü'nü kuran İsveçli sosyolog Johan Galtungise tanımı şöyle özetliyor: 'Bana çatışmada nasıl davrandığını söyle, sana ne kadar barış kültürün olduğunu söyleyeyim…'
BARIŞ OLMAZSA OLMAZ
Savaş ve barış, her ne kadar anlamsal olarak iç içe görünseler de işin özünde belirleyici olanbarıştır. Bu iki kavramı çeşitli değerler açısından kıyaslayacak olursak şunları görürüz:
  • Hukuk değerlerine göre savaş suçtur, yasaktır; barış haktır, özgürlüktür.
  • Etik değerlere göre savaş kötüdür, ayıptır; barış ise iyi, güzel ve doğrudur.
  • Çağdaş insanlık değerlerine göre savaş insanlık dışıdır; barış insanlığın onurudur.
Bu belgeler ve bilgiler bağlamında unutmayalım ki:
  • Barış kültürü farklılıkların uzlaşmasını sağlayan yönetimdir.
  • Barış kültürü problemlere yaratıcı çözümler üretir.
  • Barış kültürünün temelinde 'şiddetsizlik' yer alır.Şiddetsizlik, şiddet sözcüğüne barış eylemcilerinin olumsuzluk eki ekleyerek yeni oluşturdukları bir sözcüktür.
  • Bir ülkede yaşayan insanlar için 'Başkalarının savaşının' barışseveri olmak kolaydır. Barışseverler, kendi ülkelerinin/ kendi bölgelerinin savaşlarına da karşı çıkabilmelidir…
*****
VE KADIN HAK(SIZLIK)LARI…
Bence ülkemizde (ve dünyada) kadınlar deyince ilk akla gelen, Nazım Hikmet'in o destansı Kuvayı Milliye şiirinin 7. babında yazılı: 'Ve kadınlar / bizim kadınlarımız;'diye başlayan '…ve soframızdaki yeri / öküzümüzden sonra gelen…' diye biten dizelerdir.
Nazım'ın o şiirinden bu yana çok yıllar geçti; köprülerin altından çok sular aktı… Ama kadınlarımızın durumu, toplumsal konumları pek değişmedi. Kadınlar dünya çapında hırpalanıyor, susturuluyor, görmezden geliniyor.
Özellikle Türkiye'de bugün kadınlarla ilgili cinayet, şiddet, tecavüz, aşağılama gibi konularda dünya rekorları(!) kırılıyor…Örneğin Türkiye, 2011 yılında kendi ülkesinde imzalanan ve İstanbul Sözleşmesi olarak anılan 'Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi 'nden 'İmzasını geri çeken ilk ülke olma onurunu(!)' taşıyor…
Dünya kadınlarına bağışlanan 8 Mart'ın gerçek adının 'Kadınlar Günü mü, yoksa Emekçi Kadınlar Günü mü olduğu?' tartışmaları da ülkemizde uzun yıllardan beri yapıla gelir…
Doğal olarak bu tartışmaların temelinde 'ideolojik/ politik anlamda farklı yaklaşımlar' yatmaktadır. Yani kendileriyle ilgili özel bir günde bile 'çifte kavrulmuş bir biçimde sömürülüyor kadınlarımız…'Ne yazık ki ülkemizde kadınlarımızın toplumsal yeri de 'erkek-egemen bencilliklerden sonra geliyor…'
Özcesi, 'Yılın 365 gününde kadınlarımızla yaşamı eşitçe paylaşmayı' bir türlü öğrenemedik.
İnsanlık onuru elbette ki savaşı da kadın haksızlıklarını da yenecektir…Barışı besleyen unsurlar yeşertilip, çoğaltılarak barış ve demokrasi kültürünün egemen olması mümkündür.
Bundan sonrası barışsever demokrasi güçlerinin becerilerine kalıyor.Nasıl mı?
Bilimle, demokrasiyle, eğitimle, sanatla; bilgiyle, bilinçle, umutla, azimle ve kararlılıkla… Ama mutlaka örgütlü birleşik mücadeleyle…
Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla…