Bir '17 Ağustos' sabahı köşe yazısı yazmaya oturunca, aklımdaki diğer konular birden silikleşiverdi…

Çünkü bugün '17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nin 16. Yıldönümü.' O acı olayla ilgili yapmamız gereken kişisel/toplumsal hesaplaşmalarımız daha bitmedi…

Ben kendimce bu hesaplaşmayı sürdürebilmek için eski defterlerimi karıştırdım. Ve '23 Ağustos 1999' tarihinde (yani 'Marmara Depreminden 6 gün sonra'), KESİT Köşesinde yayımlanan 'Depremin Düşündürdükleri' başlıklı yazımın bazı bölümlerini sizlerle tekrar paylaşmak istedim.

XXXXX

'Depremin Düşündürdükleri'

Ülkemizde 17 Ağustos'taki depremden sonra ortaya çıkan korkunç tablo aslında insanın düşünce sınırlarını zorluyor…

Çünkü bu tabloda görüldüğü gibi, 'onbinlerce insanın neden öldüğünü ve yaralandığını, binlerce binanın neden yıkıldığını' insan aklıyla düşünebilmek olanaklı değil. Yaşananlar sanki kurgubilim üzerine yapılmış bir korku filmi gibi… O filmin senaryosuna bir de depremden sonraki kurtarma çaresizlikleri ve sözde yardım işgüzarlıkları eklenince; bu korkunç film tamamen trajikomik bir duruma dönüşüyor…

Görünen o ki, Türkiye halkı bu yıkımın maddi ve duygusal acılarını çok uzun yıllar çekecek ve 'Türkiye tarihinde 17 Ağustos 1999'dan öncesi ve sonrası diye bir dönüm noktası olacak...'

Ancak gün ağıt yakma ya da kahretme günü değildir. Gün, olanlardan ders alma ve bu derslerin ışığında bilimsel düşüncenin gereklerinin yerine getirme günüdür.

Bu bağlamda depremin bende yarattığı düşünceleri sizlerle paylaşmak istiyorum:

1. 'Deprem insan öldürmez, insanları yıkılan binalar öldürür': Bu sözün ne kadar doğru olduğu Marmara Depremi ile bir kez daha kanıtlandı. Bugün artık acı bir gerçek sırıtıyor:'Binalarımız depreme karşı dayanıklı değil…'

Bunun nedeni de 'yapılaşma sistemimizdeki yanlışlıklar zincirinden' kaynaklanıyor. Bu zincir, yetersiz müteahhitlerden ihale yolsuzluklarına, teknik eleman yetersizliğinden denetim eksiklerine, kalitesiz malzeme üretiminden toplumsal sorumsuzluğa kadar uzanıp gidiyor…

Bu öyle bir zincir ki, tüm halkaları pislikten paslanmış durumda…

2. 'Deprem sonrasında kurtarma çalışmaları yapacak örgütlerimiz yok': Sözde her ilde kağıt üzerinde Sivil Savunma Müdürlüklerimiz var. Ancak onların bir afet sırasında hiçbir işe yaramadıkları bu deprem sırasında yine yaşandı.

Başımıza bir afet gelince ne yazık ki yabancı kurtarma ekiplerine ve onların uzman köpeklerine bel bağlıyoruz…

3.'Deprem riski yüksek olan alanlarda ve yerleşim yerleri yakınlarında 'yanıcı/patlayıcı madde üreten tesislerin kurulması' çok tehlikelidir': Bu depremde yaşanan TÜPRAŞ yangını bu tehlikenin açık kanıtıdır…

Yıllar önce, İzmit Körfezi'nde TÜPRAŞ gibi bir tesisin kurulmasına karşı çıkanları 'vatan haini' ya da 'dinozor' diye suçlayanlar… Ve bugün Türkiye'de nükleer santral kurmak isteyenler bu olaydan ders almalıdırlar…

4. 'Ya deprem sonrası ortaya çıkan yardım kampanyalarına ne demeli?' Bu yardım kampanyaları her türlü duygu sömürüsüne ve kötüye kullanmaya açık olarak sürüyor…

Oysa çağdaş sosyal devlet, afet sonrasındaki yardım işlerini insanların hayır duasına bırakmadan, 'bir görev' olarak yapmak zorundadır. Ayrıca, halkımızın yardım konusundaki iyi niyetli ve duyarlı tutumu da boşa çıkarılmamalıdır…

Bu depremin yıkıntılarının örtbas edilmesine fırsat verilmemeli; herkes hesap sormalı ve herkes hesap vermelidir…

XXXXX

Deprem Yıkıntılarından Günümüze Kalanlar…

Aradan 16 yıl geçmesine rağmen Türkiye toplumu 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ile bilimsel, demokratik ve hukuksal bağlamda hesaplaşamadı… Ve dolayısıyla bu depremden ders de alamadık…

Depremde can veren 30 bin insanımızın ve milyarlarca liralık maddi zararın hesabını ahirete, toplanan yardımların hesabını da toplayanların vicdanına(!) havale ettik…

Depremden sonra başlattığımız 'onarım ve yeniden yapılanma işleri sayesinde inşaat sektöründe yepyeni zenginler yarattık …'

Sonradan ortaya attığımız 'Kentsel Dönüşüm' düşüncesi ve inşaat sektörü rantından siyasal pay almak için oluşturulan 'Toplu Konut İdaresi (TOKİ)' örgütlenmesi öyle palazlandılar ki, bugün her taşın altından onlar çıkıyor…

17 Ağustos'un siyasal alanda en büyük zararı 'o dönemin koalisyon hükümetine' oldu. Bülent ECEVİT'in Başbakanlığındaki koalisyon hükümetini oluşturan DSP, MHP ve ANAP; depremden sonra yapılan ilk seçimde (3 Kasım 2002) deprem yıkıntılarının altında kaldılar… Bu arada DYP, GP ve DEHAP gibi partiler de deprem barajını aşamadılar… O seçimde CHP'ye bağlanan umutlar ise iktidar olmaya yetmedi…

17 Ağustos'tan sonraki süreçte depremi ve depremsi duyguları çok iyi sömüren bir siyasal parti tek başına iktidar oldu… Bir başka deyişle, '17 Ağustos Depremi sonrasında Türkiye'de yaşanan toplumsal travma, AKP gibi bir parti yarattı…'

Ülkemizde bir deprem sarsıntısı sonrasına ortaya çıkan siyasal durum,' son 13 yıldan beri demokrasimizi ve toplumsal birliğimizi öylesine sarstı ki…'

Bugün toplumumuzun önemli bir kesiminde 'AKP/RTE, seçimi kaybetse de iktidarı vermez' biçiminde oluşan 'umutsuzluk' çok tehlikeli bir durumdur…

Evet, Türkiye'nin hem jeolojik hem de ideolojik yapısında deprem öncesi koşullar aşırı ölçüde yoğunlaşmıştır…

Bu nedenle herkes depremle hesaplaşmak ve gerekli önlemlerini almak durumundadır…

Sağlıkla, sevgiyle ve dostlukla.