Şark İstiklal Mahkemesi
Mahkeme heyeti Diyarbakır'a vardığında, Vali Mithat Bey ve Mürsel Paşa kendilerini karşılar. Burada 3. Ordu Müfettişi Kazım (Diyarbakırlı) Paşa'yı ziyaret eden Savcı Süreyya Bey, O'nun bütün yöreyi asi olarak gördüğünü ve buna göre tedbir alınmasını teklif ettiğini belirtmektedir.
Mahkemenin Diyarbakır'a geldiği sırada halk arasında, ayaklanma sırasındaki tartışmalarda askeri birliklerce atılan top mermilerinin hedefe değil, hedef dışına düştüğü şeklindeki söylentiler dolaşmaktadır. Konu mahkemeyi ilgilendirmediği için üzerinde durulmaz. Ancak, Kazım Paşa, bunun yalan olduğunu ve bu asılsız haberleri çıkaranların yakalanıp mahkemeye verileceğini bildirir. 13 Nisan'da, İstiklal Mahkemesi'nin çalışmaları için Adliye binasında yer ayrılmıştır. Ayrılan bina, iç kaledeki valilik binasıyla yanındaki Ordu Müfettişlik ve Kolordu binasının yanındadır. Adana'dan gelişlerini bildirmiş ve iyi bir bina ayrılmasını istemiş olmalarına rağmen, ayrılan binanın kötü ve yetersiz oluşu yargıçları üzer. Valilik binasında daha uygun bir salon ve odalar bulunarak, Vali'den buranın kendilerine verilmesini isterler. Vali bu isteği kabul eder ve ileri sürdüğü imkansızlıklara rağmen, salon iki günde, yargılama yapılabilecek duruma getirilir.
Diyarbakır'a vardıktan sonra savcılık, savaş divanlarına, adliye mahkemelerine, valilere bir bildiri göndererek Şark İstiklal Mahkemesi'nin bakacağı davaların hangi suçları kapsadığını bildirir ve bu suçlarla tutuklu bulunanların hemen İstiklal Mahkemesi'ne gönderilmelerini ister. 14 Nisan günü, savaş divanlarından evraklar gelmeye başlar. Böylece Mahkeme fiilen çalışmaya başlamıştır. Urfa'da seferberlik aleyhinde propaganda yapmak suçuyla tutuklanan eski Urfa Mutasarrıfı ve Terakkiperver Fırkası'nın Urfa Şubesi Katibi Fethi Bey, İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmak üzere, Diyarbakır'a yollanır. Savaş divanınca yargılanarak, vatana ihanet ettikleri için idamlarına karar verilmiş olan Cibranlı Halit, eski Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, Halit'in kayınbiraderi Faik, Molla Abdurrahman, 14 Nisan sabahı Bitlis'te idam edilirler. Aynı gün Diyarbakır'da da başka bir asi, savaş divanı kararıyla asılır. Savaş divanları, İstiklal Mahkemesi göreve başlayıncaya kadar çalışmışlar, göreve başlamasından sonra, dosyaları ve tutukluları İstiklal Mahkemesi'ne devretmişlerdir. Ancak, birkaç önemli davayı sonuçlandıran İstiklal Mahkemesi, işlerinin çokluğundan dolayı, ileride, savaş divanlarının yeniden görev yapmalarını isteyecektir.
16 Nisan günü, Şeyh Said'in Abdurrahman Paşa Köprüsü'nden geçerken yakalandığı haberi Diyarbakır'da duyulur. Buna rağmen, ayaklanmanın sona erdiği düşünülmemektedir. Çünkü, Şeyh'in kardeşleri ve birçok ileri gelen asi henüz yakalanmamıştır. Bunların birleşerek büyük bir tehlike oluşturacakları görüşünde olan Kazım Paşa, onlarla birleşme ihtimali olanların devlete sığınmalarının kabul edilmesinde yarar görmektedir. Savcı, suç işlemiş olanların yargılanması şartıyla bu görüşe katılmaktadır. Bu durumu bir yazıyla Ankara'ya bildiren Savcı Süreyya Bey, teklifin uygun görüldüğünü ve ilgililere gerekli emirlerin verildiği cevabını alacaktır.
Şeyh Eyüp ve Dr. Fuat Davaları
İstiklal Mahkemesi'nin ele aldığı önemli davalardan biri de Şeyh Eyüp ve Dr. Fuat Bey'in davaları olmuştur. Şeyh Eyüp, Siverek bölgesinde ayaklanmaya katılıp Kürdistan'ın bağımsızlığını sağlamak için vatanı parçalamak isteyen Şeyh Said ile birlikte hareket ettiği gerekçesiyle yargılanır. Şeyh Said'i tanımadığını, fakat tarikatına mensup olduğunu, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı takdir ettiğini, partinin temsilcisi Fethi Bey'i Siverek'te tanıdığını ve Fethi Bey'in burada bir şube kurduğunu ve kendisine ; 'Bizim fırkayı Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir Paşa ve Rauf Bey açtı. Mustafa Kemal Paşa'nın rızası vardır. Terakkiperver Fırkası dine riayetkardır. Halk Fırkası dini batırıyor, biz onu kurtararak muhafaza edeceğiz' dediğini belirtir. Yargıç Ali Saib Bey sanığa, Şeyh Said'e yazmış olduğu mektubu okuyup, Şeyh'i davet ettiği halde nasıl tanımadığını sorar. Şeyh Eyüp, bunun Şeyh Said'e sorulmasını, eğer o doğrularsa cezalandırılmasını ileri sürdükten sonra, Şeyh Said'i tanımadığında ısrar edip Fethi Bey'i de yalnızca konukseverlik sebebiyle misafir ettiğini söyler. Duruşma sonunda, dinlenen tanıklar ve belgelerin değerlendirilmesinden sonra, sanığın Mahmud Ağa oğlu Mehmed Emin Bey'in kendisine karşı koymasından dolayı çevreyi daha çok tahrip edememiş olduğu, Şeyh Said'in kardeşleri Şeyh Abdülkadir ve Şeyh İsmail'e yazdığı mektuplarda, kendisi ile görüşmek istemiş olan Şeyh Said'in yardımına gidemediği, ayrıca kimsenin malının yağmalanmaması ve makbuz karşılığı erzak alınmasını ve Ali Bardak'ta bulunan 'Türk' askerine gece baskın yapılmasını bildirdiği anlaşılır. Daha sonra, Şeyh Eyüp'ün 'Kürtçülük' ihtilaline katılanların ileri gelenlerinden olduğu sabit bulunarak, idama mahkum olur.
Dr. Fuat Bey ise, 21 Şubat 1925 yılında Diyarbakır'dan Ferit Paşa'ya yolladığı mektupta, Bağdat ve Musul'daki 'Kürt İstiklal Komitesi'nin aylardan beri çalıştığını, Şeyh Sait'in bu komite ile ilişkide bulunduğunu ve ayaklanmayı onların isteği ile çıkardığını, mektubunu ayaklanmanın başlamasından 6 gün sonra yazdığını, Fransız idaresindeki Kürtlerin ayaklandırılmak üzere olduklarını, Muş'un ele geçtiğini, Şeyh Said Ayaklanması'nın 'Kürdistan' fikrinin eseri olduğunu ve hükümeti ciddi şekilde etkilediğini belirtmekte, ayaklanmanın başarı kazanmasını diledikten sonra, kendisinin Suriye'ye çağrıldığını fakat Diyarbakır'daki gelişmeleri olumlu gördüğü için, Suriye'deki bir maceraya katılmayı uygun görmediğini ve kendisinin olmadığı takdirde, başkalarınca bilgi gönderileceğini yazmıştır. Sonuçta, Kürtçülük çalışmaları sabit görüldüğünden, 16 Nisanda idama mahkum olur. Savcı Süreyya Bey, hafifletici sebepler bularak idam hükmünü kaldırmak istediyse de, yeterli gerekçe bulamaz. Şeyh Eyüp ve Dr. Fuat Bey, 17 Nisan 1925 günü, haklarında verilmiş olan idam kararları gereğince, yerel savcılıkça yapılan infazla, asılarak idam edilirler. Bundan sonra Diyarbakır'da, İstiklal Mahkemeleri'nce verilen idam kararları yerel savcılıklarca uygulanacaktır. Şeyh Eyüp ve Dr. Fuat Bey'in yargılanmaları sırasında yargıçlar ve savcılık yöre mebuslarından bazılarının da sorguya alınmasına karar vermiştir. Yasal imkan sağlanabilmesi için TBMM'ne bu amaçla başvurulması isteği ile, 16 Nisan 1925 tarih ve 8 nolu yazılarıyla, Başbakan İsmet Paşa'ya, bazı mebusların ayaklanma olayı ile ilgili olduklarının görüldüğü ve konunun aydınlanması için, kendilerinin sorguya alınmaları gerektiği, dokunulmazlıkları bulunduğundan bir şey yapamadıklarını, meclisin tatil oluşunun ise karar alınmasını imkansız kıldığı bildirilmiş ve ayaklanma olayı ile ilgili olan mebusların maznunen sorgularının yapılması ve tutuklanmaları konusunda, mahkemeye yetki verilmesine, Hükümetçe meclise teklifte bulunulmasını ve meclis onaylarsa Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na eklenecek geçici bir madde ile vatan ve milletin yüksek çıkarları adına gereğinin yapılmasını isterler. Bu telgrafın karşılığı iki gün sonra gelir. Başbakan İsmet imzasını taşıyan yazıda, mahkemenin isteğinin, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu'nda ele alındığı, soruşturma yapılmak istenen mebuslar için, meclisçe dokunulmazlıklarının kaldırılmasından başka yasal yol olmadığı ve 'Teşkilat-ı Esasiye' de değişiklik yapılması için de teklif yapılmasına imkan bulunmadığı konusunda görüş birliğine varıldığı; ancak mahkemenin çalışmaları sırasında bazı mebusların adına rastlanırsa, yeterli delil ile durumun meclise arz edilebileceği, meclis tatilde olduğundan, toplanıncaya kadar beklemek gerektiği, erken toplantının ise, önemine göre ele alınabileceği belirtilir. (Devam Edecek).