Hz. Ali, kendisine sorulan 'Ebû Bekir ve Ömer'in' halifeliğine karşı çıkan olmadı da niye sana oldu?' sorusuna; 'Onlar benim gibi hak ve adalete razı, dünya arzularından uzak olan kimseler zamanında halife oldu. Benim halifeliğim ise dünya arzusu peşinde koşan garezkarlar çağına rastladı.' derken, İslamiyet'in ilk yıllarında dinin herkesin üzerinde yasaklayıcı olduğunu, zamanla ise bundan uzaklaşıldığını vurgulamış, ekonomik düşüncenin insan yaşamındaki etkilerini dile getirmiştir.
Buna karşılık, 'birlikte iyi yeme ve içme' düşüncesi Muaviye zamanında açık bir siyasi niteliğe bürünür; diğer halifeler de onun izinden gider. Siyasi ata (mapara) Emevî siyasetinin temellerinden biri olmuştur. Bunun sayesinde Haşimiler'den, kabile ileri gelenlerinden, şairlerden ve mevali başkanlarından olsa da rakiplerini yönetmişler ve kendilerine bağlamışlardır. Muaviye atayla yetinmemiş, rakipleri Haşimoğulları'nın beytülmalden aldıklarını da görmezden gelerek onları da kendisine bağlayacağını düşünmüştür. Hz. Ali ise en yakınlarına bile, bu konuda oldukça sert davranarak, Muaviye' ye gitmelerine neden olacak şekilde titiz davranmıştır.
Muaviye atayı, Irak halkını Hz. Ali'ye karşı kışkırtmak için kullanırken, oğlu Yezid de aynı aracı Irak halkını Hz. Hüseyin'i desteksiz bırakmak için kullanır. Ubeydullah'a sahip olduğu valilikler dışında yeni valilikler vaadetmesi, Ömer'in Rey valiliğine karşılık Hz. Hüseyin'e karşı gönderilen orduya başkanlık etmesi bu ihsanlar sayesinde olur. Emevî halifelerinin her zaman araç edindiği 'siyasi ata', 'kabilede' siyaset yapmak için rakiplerini susturmak ve onların muhalefetlerini önlemek üzere yeğledikleri bir araçtır. Hz. Hüseyin'e yapılan 'Bugün insanlar paraya tapar hale gelmişlerdir ve seni öldürmelerinden korkarım' şeklindeki uyarılar, bunun toplumsal boyutunu gösterir.
Ömer b. Sad'ın tamamen Kûfeliler'den oluşan bir orduyla Hz. Hüseyin'in üzerine gitmesi, Kûfeliler'den pek çoğunun mal mülk karşılığı Ubeydullah'ın saflarında gönüllü olarak yer aldıklarını düşündürür. Yine Ubeydullah'ın Kûfe'de okuduğu bir hutbede 'fey'iniz aranızda taksim edilecektir' demesi, Kûfe'nin bazı ekonomik şikayetlerinin de var olduğunu göstermektedir.
Görüldüğü gibi İslam'ın doğuşundan Kerbela olayına kadar Arap toplumunda hızlı değişiklikler olmuş, bu ise beraberinde ciddi problemleri getirmiştir. Aslında İslamiyet'in insanlara emrettiği azla yetinme, adil ve eşit hareket etme gibi kriterler, zamanla insanların pek de önem vermedikleri şeyler olmuştur. Hilafetin doğrudan iktidar olarak algılanması, onun dini öneminden uzaklaşılmasına neden olduğu gibi, insanların çıkar ve amaçlarına ulaşmak için kullandıkları, hedefledikleri bir makam olarak algılanmasına da neden olmuştur. İlk kez Osman zamanında, onun iyi niyetinden faydalanan, Emevîler'in isteklerine ve çıkarlarına hizmet etmiş bulunan bu makam, Hz. Ali'nin bunu engelleme çalışmalarına rağmen, bunun nimetlerinden faydalanmaya alışmış bir kesimin hiç de hoşuna gitmemiştir.
Hz. Ali'nin görev başına gelirken yaptığı ilk işlerden biri olan, Muaviye'yi görevinden atma işi, Emevîler'i bu konuda doğrusu çok tedirgin etmiş olmalıdır. Muaviye ile birlikte üstünlüğü ele geçiren Emevîler, bu gücü bir başkasına terk etmeyi, doğal olarak, hiç düşünmemişlerdir. Bu nedenle siyasi açıdan babasının yolundan giden Yezid, makamını tehlikeye sokan Hz. Hüseyin'e karşı maddi olanaklarını kullanmada hiç de tereddüt etmez. Desteksiz kalan ya da bırakılan Hz. Hüseyin'in bu şartlarda güçlü Emevîler'e karşı başarılı olması, diğer etkenlerde katıldığında pek mümkün olamayacaktır. Hz. Hüseyin, kabile asabiyeti ile ganimete yenik düşmüştür. O sadece dedesinin yolundan giderek bu işi başaracağını düşünürken diğer iki önemli faktörü unutmuştur. Babasının ve abisinin yaşadıkları da aslında bundan farklı şeyler değilken O, toplumda meydana gelen bu büyük değişimleri ya görememiş ya da onuru gereği bu mücadeleye devam etmeyi uygun görmüştür.
Maddi çıkarların Emevîler döneminde nasıl ağırlık kazanarak devam ettiğini Abdülmelik ; 'Siz, bizim, Ebu Bekir ile Ömer'in yolundan gitmemizi istiyorsunuz. İyi ama siz onların zamanındaki insanlar gibi yaşıyor musunuz ki' sözleriyle toplumsal değişimi ve dejenerasyonu çarpıcı bir biçimde dile getirir.
İnanç İdealizminin Simgesi : Hz. Hüseyin
Kaynaklar, Hz. Hüseyin'i Kerbela'ya götüren temel faktörün inanç idealizmi olduğunu gösteriyor. Bu nedenle inanç bağlılığı Hz. Hüseyin hareketinin temelini oluşturmaktadır. Onun inancı İslam'ın saf şeklinden ibaret inanç anlayışından çok, benimsediği siyasi, teolojik, ahlaki ve duygusal davadır. Çünkü Hz. Hüseyin, onaylamadığı Muaviye'nin hilafetinden sonra, daha da yanlış bulduğu Yezid'in hilafetiyle İslamiyet'in gidişatının bozulacağından korkmuş, halifelik makamının Emevîler'in siyasî çıkarları uğruna kullanılacağını düşünmüştür. Bugün pek çoğunun düşündüğü gibi o da Emevîler'in Müslümanlığında bir samimiyetsizlik olduğunu düşünmüş, muhtemelen dini kendisine maske-kalkan yapan bu kabilenin, çıkarları uğruna bir şeyleri kullanmasını hoş görmemiştir.
Hz. Hüseyin'in, Muaviye'nin hilafetini daha başlangıçta kabul etmek istemediğini ve bu konuda ağabeyi Hz. Hasan'la tartıştığını biliyoruz. Bununla birlikte Muaviye'ye karşı herhangi bir harekette bulunmamış, Hz. Hasan'ın düşüncesine saygı göstermiştir. Fakat Hz. Hüseyin'in, babası Muaviye'den de olumsuz baktığı Yezid'in halifeliğini onaylaması beklenemezdi. Çünkü Yezid, kaynaklarda gösterildiği gibi, Muaviye'nin yakınlarından bile tepki görecek kadar bu işe layık olmayan, halifelikle hiç bağdaşmayan bir karaktere sahiptir.
Hz. Hüseyin, Mekke'ye giderken, Yezid'e biat etmemesinin sebebini kardeşi Muhammed b. Hanefiyye'ye; 'Muhammed'in ümmetinin huzur ve iyiliğini talep ettiği, dede ve babasının yolundan yürüdüğü için' şeklinde açıklamıştır. Hz. Hüseyin Basra ve Kûfeliler'e yazdığı mektuplarda da; 'Allah'ın kitabından uzaklaşıldığını, iktidarın adaletle hükmetmediğini ve yasakların arttığını' vurgulamış; hatta ondan biat istemeseler bile tuttuğu yolu sürdüreceğini söylemiştir. Şüphesiz bu şikayetler sadece Hz. Hüseyin'e ait değil, başta Irak ve Hicaz gibi bölgelerde iktidarın icraatından memnun olmayan pek çok insana aittir. Nitekim Müslim b. Akil'in Ubeydullah tarafından yakalatılması sonucu aralarında geçen bir konuşmada Benî Ümeyye'nin, Hz. Hüseyin ve taraftarlarını ümmetin birliğini parçalamakla suçladığı, Benî Haşim'in ise onları adaletle hükmetmemek, kitap ve sünnetten uzaklaşmakla itham ettiği anlaşılıyor. Bu, tarafların birbirine bakış açısını yansıttığı gibi, Emevî siyasetinin İslamiyet'e yönelik davranışlarının neden olduğu kaygıları da gösterir. İşte Hz. Hüseyin başta olmak üzere, onunla aynı düşüncede olan taraftarları bu kötü gidişe sessiz kalmak istememişlerdir.
Bununla birlikte, başta zorba ve silahlı bir hükümet, içindeki kin ve düşmanlığı daha Muaviye zamanında ortaya çıkarmış bir devlet söz konusudur. Ülkenin her yanında Cuma günleri ibadetin gereğiymiş gibi hutbelerde Hz. Ali'ye küfrediliyor, lanetleniyor, Müslüman'ın beytülmalı harcanıyor, o günün bazı din adamları, uydurma hadisler düzdükleri için ödüllendiriliyordu. Başta Haşimîler olmak üzere İslam'a samimi bağlı kişiler ise doğal olarak buna tepkisiz kalmak istememektedirler.
Ümeyyeoğulları önderlerinin, Muhammedî davete en fazla karşı çıkan ve ona karşı ittifak kuranlar olduğu bilinir. Bunlar özellikle putlardan kazanılan gelirlerinin kaybolma korkusuyla, Muhammedî hareketi her yönüyle boğmaya çalışmışlardır. Kureyş'ten 'Müşrikler' Allah'a inanıyor ve Tanrıları'nı ona aracı ediniyorlarsa da içlerinden makam ve mali nüfuz sahibi olan bazıları zındık ve dehri (ateist) idi. Ümeyyeoğulları'nın önderi olan Ebu Süfyan b. Harb ve başkaları bunlardandı. Muhammedî hareketin karşısında en önce bu dehrilerin bulunması, inanmadıkları Tanrılarını korumak için dini sebeplerle değil, bu Tanrılar sayesinde elde edilen siyasal, askeri ve ekonomik çıkarlar yüzünden olduğunu gösterir.
Bu nedenle güven duyulmayan bu insanların daha sonra Müslümanlığı tanımaları da aynı nedenle gerçekleşmiştir. Muhammedî hareket karşısında daha fazla tutunamayacağını anlayan kabileler, sırayla İslamiyet'e girmeye başlamıştır. Hz. Muhammed, Güneyde Yemen'den, Kuzeyde Suriye yakınlarına, Doğuda Irak sınırlarına kadar çeşitli yerlere ve kabilelere vali tayin etti. Ne var ki akılda tutulması gereken şey, genel olarak bedevîlerin, Medine'de 'Münafık' denilenlerin, Mekke'nin fethi günü Kureyş'ten serbest bırakılanların bundan sonra da Sakif'in Müslüman olması gibi, kabilelerin Müslüman oluşudur. Bütün bu davranışlar, genelde inanç yönünden Müslüman olmaktan çok siyasi yönden Müslüman olmaktı. Nitekim Hz. Muhammed'in ölümüyle birlikte dinden dönme (ridde) hareketlerinin hızla yayılması bunu kanıtlar niteliktedir. Dikkati çeken şey, hemen bütün kabilelerde dinden dönme hareketine rastlanırken, Muhammedî davetin azılı iki düşmanı olan Kureyş ve Sakif'in irtidat etmeyişiydi; çünkü Muhammedî davet, Kureyş devletinin oluştuğu yöne doğru gelişmeye başlamıştı. (Devam Edecek).