İslamiyet'in Arap toplumuna girmesi, cahiliye döneminin kapanmasına, büyük topluluklarda farklılıkların oluşmasına neden olmuştur. Çünkü Araplar, Hz. Muhammed ile birlikte eski alışkanlıklarının pek çoğundan vazgeçmiş, onun karizmatik önderliğinde, Arapların toplumsal hayatında büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Arap siyasi aklına cahiliye döneminde, esasen 'kabilecilik' ve 'ganimet' faktörü yön verirken, Hz. Peygamber döneminde bu, yerini öncelikle 'akide' ye (inanç) bırakacaktır.
Hz. Muhammed'in ölümünün neden olduğu karizmatik boşluktan faydalanan Araplar, hızla eski alışkanlıklarına geri dönmeye başlamış, hatta dinden dönme (ridde) olayları bile yaşanacaktır. Hz. Muhammed'in ölümüyle halifenin kim olacağı yönünde Sakife toplantısındaki büyük tartışmalar, Arapların eski kabilecilik ruhunun canlanması ve İbn Haldun'un ifade ettiği gibi, 'Arapların en yakını olsa dahi, idareyi bir başkasına kaptırmama mizacı' ile ilgilidir.
Ebu Bekir ve Ömer'in yavaş yavaş bozulma gösteren bu topluluğu frenleme çabaları, Osman'ın gevşek idaresi yüzünden bir işe yaramamış, Araplar, İslamiyet'in o ilk dönemindeki İslam'a uygun yaşayış ve davranışlarından hızla uzaklaşarak dünyevî arzulara göre yaşamaya ve eski alışkanlıklarına geri dönmeye başlamışlardır.
İşte bu bozulmadan sonra Hz. Ali'nin bunu, Hz. Muhammed zamanındaki eski haline getirme çabaları ise boşunadır. Osman'ın döneminde lükse, bolluğa ve hak etmediği görevlere getirilmeye alışan topluluk, Hz. Ali'nin tam aksi yöndeki davranışlarını benimseyememiş, Hz. Ali'nin yönetimi hızla pek çok kimsenin muhalefetiyle karşılaşmıştır. İşte bu muhalefete yön veren etkenlerin, en önemlisi 'kabilecilik' düşüncesidir.

Laneti Doğuran Arka Plan ;

Halifelik ve Kabilecilik Asabiyeti


Kabile, akrabalık ilişkisini karşılayan olgu, İbn Haldun'un 'Asabiyet' (Destek) dediği şeydir. Burada yalnızca kan bağı veya gerçek akrabalık kastedilmeyip bir kente, bir bölgeye, bir topluluğa veya bir partiye mensubiyet gibi, asabiyet yüklü bu anlamdaki bütün yakınlıklar kastedilir.
Araplardaki bu 'Asabiyet', akrabalık bağlarının bir gereğidir. Böyle sınırsız ve şartsız bir şekilde sadakat göstermek, genellikle şiddetli bir tutkuyla, fanatik bir şekilde kabileye bağlılıkla ilgilidir. 'Soy-Sop' da mevcut olan bu mensubiyet (=Bir topluluğa aidiyet, topluluğa ait olma/üyelik etiketi) duygusu, soy-sop olsun, kabile olsun her ikisinin de kendi kendine yeterliliğini ve mutlak bir vahdet oluşturduğunu gösterir. Diğer herhangi bir kabile adeta kendisine düşman gibidir. İslamiyet, bu şekilde bir kabile sistemini kendi askeri bünye ve yapısında kullanmıştır.
Soy-Sop teşkilatı bedevî toplumun temelidir. Her bir çadır, bir aileyi, çadırlar topluluğu ise 'Hayy' denen insan birliğini temsil eder. Bir 'Hayy' topluluğunun üyelerinin hepsi birden sop ya da kavmi oluşturur. Aralarında akrabalık bağı bulunan sopların bir araya gelmesi kabileyi oluşturacaktır. Aynı sop'un tüm üyeleri kendilerini aynı kandan türemiş telakki ederler ve sop'un en yaşlısı olmak üzere sadece bir tek başkanın otoritesine bağlıdırlar. Sop adlarının başına 'benû' getirmek suretiyle (……..Çocukları) şeklinde kendilerini isimlendirirler.
İslam'ın doğuşundan az önceki dönemde halkın önemli bir özelliğini bedevî kabileciliği oluşturmaktadır. Bedevî topluluğunda sosyal birim kişi değil, topluluktur. Birey, mensup olduğu toplumun bir üyesi sıfatıyla hak ve ödevlere sahiptir. Topluluk, kendisini erkek koldan gelenler arasındaki kan bağı sayesinde korur. Bunlar yağmacılıkla geçinip bazı kaynakları ortak kullanırlar. Sürüler bile bazen kabilenin ortak malı olur. Kabile hayatını 'Sünnet', yani ecdat'tan kalan 'Örfler' düzenler.
İslamiyet'in ilk yılları da dahil Emevî devri olaylarına baktığımızda öncelikle, Arap siyasi hayatına 'Kabile' kurumunun yön verdiğini, siyasi oluşumları belirlediğini görürüz. Cahiliye devrinde Arap toplumunu oluşturan bağ, soy/kan bağıdır. Soya bağlılık toplumda son derece gelişmiştir. Hz. Muhammed'in peygamberliğini ilan ettiği 7. yüzyıl başlarında Arap toplumu sosyal birlikten yoksun, asabiyet ve soy üstünlüğü inancı içinde yaşayan, dağınık insan toplulukları şeklindedir. Arap kabilelerinin ve aşiretlerinin birleşme ve ayrılmaları yalnız kavimcilik, kabilecilik ve akrabalık üzerine kurulmuşken bu anlayış, İslamiyet ile birlikte yerini, İslam birliğine bırakacaktır.
İslam öncesi dönemde Araplar, genelde kabile ve aşiret esasına dayanan bir hayat yaşamışlardır. Kabile-Aşiret arası savaş ve mücadele, bu tarz yaşamın doğal bir sonucu ve belirgin bir özelliğidir. İster savaş zamanı olsun ister barış, her birinin kendi atalarıyla ve kabilenin şeref ve asaletiyle övünmek şeklinde ortaya çıkan ve simgeleşen bu vasıfları, çok kere kabileler arası anlaşmazlıklara, hatta kan dökmeye kadar varan sosyal olaylara da zemin hazırlamıştır. Bu anlayışın en çarpıcı örneğini Kerbela olayında görmek mümkündür; çünkü Haşimiler'le Ümeyyeoğulları arasında var olan bu çekişme de Araplardaki bu kabile ruhuyla ilgilidir.
Siyasi alanda kabile çekişmesini, Emevîler döneminden önceye götürürsek, Ömer b. Hattab'a halef olacak kişinin seçimi için yapılan 'Şûra' sırasındaki tartışma, Hz. Ali'nin temsilciliğinde Haşimoğulları ile Osman b. Affan'ın temsilciliğinde Ümeyyeoğulları arasındaki 'Kabile' çekişmesidir. Ümeyyeoğulları'nın genel olarak da Abduşşemsoğulları'nın amcaoğulları olan Haşimoğulları'ndan daha kalabalık olması, bu kabilenin çoğunluk ölçütünde zaferi demekti. Bu nedenle olay, Osman b. Affan lehinde sonuçlanmıştır.
Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasındaki ileride iyice düşmanlığa dönüşecek bu çekişme ya da rekabet, çok daha eskilere dayanır. Eskiye dayanan bu düşmanlıkta, kabileler arasındaki ilişkilerin siyasi davranışları nasıl ortaya çıkardığını ve sürecin etkiselliğinin nasıl devam ettiğini görürüz. Çünkü ilk düşmanlık bir kan davasına dönüşerek nesilden nesile aktarılmıştır. Bu tavır, Cahiliye döneminde kabileler arasında yapılan savaşlarda kendisini gösterdiği gibi, Hz. Muhammed'in ölümüyle birlikte ortaya çıkan hilafetin kime ait olduğu meselesinde de karşımıza çıkmaktadır.
Ömer'in ölümünden sonra oluşturulan şûrada Hz. Ali ile Osman'ın karşı karşıya gelmeleri, tarihi kabilecilik çekişmesinin bazı çevrelerde su yüzüne çıkmasını sağlamıştır. Bunun asıl nedeni, Ümeyyeoğulları'nın Hz. Muhammed zamanında kaybettikleri eski nüfuzlarını tekrar elde etme hırsına düşmüş olmalarıdır. Osman'ın halife olması, yeni dinin menfaatlerini süratle kabul etmiş olan Mekke'nin eski oligarşik sınıfının bir başarısı olarak görülebilir (Devam Edecek).