Ekonomik kriz, işsizlik, yoksulluk, dış ilişkiler, iç sorunlar, salgın önlemlerindeki başarısızlıklar vb. duyulmasın, tartışılmasın diye her gün popülist bir 'müjde balonu'yla karşı karşıya kalıyoruz.
Toplumun günlük sorunları bir kenara bırakıp üzerinde konuşacağı ütopik projeleri ustalıkla gündeme oturtabiliyorlar.
Doğal gaz keşfi, Ayasofya Camii, yerli otomobil, Ay'a seyahat, en son yeniden kuruluş anayasası derken;
Esas tartışılması gereken 'gerçek yapısal sorunlar' göz ardına itiliveriyor.
***
İlk anayasasını (Kanuni Esasi) 1876'da gerçekleştirmiş bir ülkede 'kuvvetler ayrılığı'nın tartışmaya açılması,
Demokrasinin olmazsa olmazı 'yasama, yürütme, yargı' arasındaki pozitif dengenin bozulması, ciddi olarak sorgulanması gereken bir durumdur.
12 Eylül'ün izlerini silme gerekçesiyle, 1982 Anayasası'nda defalarca yapılan değişikliğin ülkeyi getirdiği nokta,
Kişisel güç ve otoriteye dayanan, literatürde pek yer almadığından adına ancak yarı başkanlık diyebileceğimiz 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'dir.
Bu sistemle kuvvetler ayrılığı hoyratça tasfiye edilmiş, geleneksel kurumlar ortadan kaldırılarak ya da yapısı bozularak,
'Kişisel gücün devletleşmesi ya da devletin kişiselleşmesi' sağlanmıştır.
Devletin hafızası silinince, itildiği boşlukta dengesi bozulmuş;
Ayaküstü verilen kararlarla atılan acemi adımlar, ülkemizi telafisi zor sorunlar yumağıyla baş başa bırakmış, bedeli gelecekte ödenecek ağır faturalar yazılmıştır.
***
Hukuk deyince, akla 'gücü sınırlayan kurallar' gelir. Yargı ise, hukuka uygun hakları yerli yerine koyan bağımsız ve tarafsız kamu kurumsallığının adıdır.
Adalet arayanın kalkanı olması gereken yargı, siyasi gücün kamçısı haline gelirse; tarihte örneği çokça görülen trajedilerden birinin ülkemizde de yaşanması kaçınılmazdır.
İçeride güven ve istikrarın, dışarıda itibarın ilk koşulu, 'kuvvetler ayrılığı' ilkesine sahip çıkmak, tüm icraatları belirlenen 'denge ve denetim düzeni' içerisinde yürütmektir.
Bir ülkenin 'uygarım' diyebilmesi için, yargının ve yargısal faaliyetlerin siyasi gücün etki ve denetiminden uzak olması;
Ülkedeki tüm uygulamaların da yasama organının onayından ve denetiminden geçmesi gerekir.
Yeniden kuruluş anayasası gibi tuzak söylemlerle kuvvetler ayrılığının kaldırılıp 'yasama, yürütme, yargı'nın toptan siyasi erke bağlanmasına, sistemin tam bir 'dikta'ya dönüşmesine sebep olanlar ağır bir tarihsel vebalin altında kalacaklardır.
Demokratik bir toplum için kuvvetler ayrılığının, ne kadar önemli olduğunu en iyi anlatan 'muhtar çakmağı' anekdotunu sizinle paylaşmak isterim.
***
Eski zamanlarda köyün birine bir çakmak getirmişler. Çakmak o kadar kıymetliymiş ki sağı-solu yakmaması, yanlış işlerde kullanılmaması için güvenilir birine teslim etmek gerekiyormuş. Köylüleri toplayıp 'bu ateş aletini kime verelim' diye sormuşlar.
Köylüler de muhtarı salık vermiş, 'ihtiyaç duydukça alır, ateşimizi yakarız', demişler.
Muhtar çakmağı alınca, ateşin sahibi olarak giderek saygınlığı artmış. Etrafında dalkavuklar, yağcılar toplanmaya başlamış. Saygı arttıkça muhtarın kibri de büyümüş. Daha çok saygı, daha çok korku beklemeye başlamış. Ateşi kendine verenin köylüler olduğunu unutmuş.
Dalkavukların da tahrikleriyle ateşi baskı ve korkutmak için kullanmaya başlamış. Kiminin evini, kiminin tarlasını yakmış. Tarlalar sürülemez, evler yaşanamaz hale gelmiş.
Muhtarın baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmaya başlamışlar. Ticaret durmuş, köye gelen çerçilerin ayağı kesilmiş, çevre köyler gelişirken muhtarın köyü giderek gerilemiş.
Bir gün köylülerden biri, çevredeki gelişen köylerden birine gitmiş. Oradaki zenginliği, bağı bahçeyi görünce sormuş:
'Sizde çakmak yok mu?'
Köylüler, 'vaaar' demişler.
'Peki, sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız, bahçeniz yanmadan nasıl böyle kaldı, bizim köyde her şey tarumar oldu?'
Köylüler;
'Yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz?' diye sormuşlar.
'Evet, muhtara verdik.'
'Eyvah! Büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye verilir mi?'
'Siz öyle yapmadınız mı?'
'Hayır, biz öyle yapmadık, biz çakmağı bir kişiye verdik, çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini başkasına verdik. Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri yanlış bir şey yapmaya kalksa, ötekiler izin vermiyor.'
'Desenize biz hepsini bir kişiye vermekle kendi kendimizi yakmışız.'