Eşimle birlikte 2- 9 Haziran 2014 günleri katıldığımız Orta Avrupa gezisinin tatlı yorgunluğuyla sanki bir film izlemekten çıkmışız gibi duygular içindeyken ve iki haftalık yazma ayrılığının da hasretiyle tüm okurlarımı selamlıyorum. .

Yedi gece sekiz gün süren turumuz Macaristan (Budapeşte, Estergon, Vysegrad, Szentendere), Avusturya (Viyana, Seegrotte, Mayerling, Baden), Çek Cumhuriyeti (Prag, Karlovy Vary), Slovakya (Bratislavya), Almanya (Dresden, Terezin Nazi Kampı) ülkelerini ve kentlerini kapsadı.

Hepsi birbirinden ilginç güzelliklere sahip olan bu gezilesi ve görülesi yerlerin ayrıntılarını internet kaynaklarından incelemenizi önererek, benim üzerimde iz bırakan bazı genel değerlendirme kesitlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Çok Renkli Kültürel ve Doğal Mozaik

Orta Avrupa, insanlık tarihinin eski ve önemli yerleşim yerlerinden birisidir. İlkçağ'daki Kavimler Göçü, Ortaçağ'da ve Yeniçağda buralarda kurulan imparatorluklar, 20. yüzyıldaki Dünya Savaşları ile yakın geçmişteki siyasal gelişmeler bu coğrafyanın tarihi üzerinde derin izler bırakmıştır.

Günümüzde Orta Avrupa'nın en belirgin özelliği 'çok değişik etnik ve dinsel toplulukların/ ulusların birlikte yaşamakta oldukları zengin bir kültürel mozaik' olmasıdır. Tarihsel süreçte çok kanlı çatışmalar ve acılar yaşayan bu güçlü kültürel mozaik, günümüz dünyasının en gelişmiş uygarlık merkezlerinden, dolayısıyla demokrasi kültürünün ve çağdaş yaşamın çok geliştiği yaşam alanlarından birisi durumundadır.

Orta Avrupa'nın iklim ve yeryüzü özellikleri ise dünyada insan/ toplum yaşamına en uygun yerlerdendir. Bölgede yüzde 30'lara varan geniş orman alanları var. Bereketli topraklarında sulamaya ve nadasa ihtiyaç duyulmadan verimli ve organik biçimde tarım ve hayvancılık yapılabiliyor. Bu arada rüzgar enerjisi olanakları insanlara elverişli koşullar sunuyor.

Bence bu bölgede uygarlığın çok gelişmiş olması sadece Avrupalıların marifetinden değil, biraz da coğrafya koşullarının iyiliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü öylesine elverişli zenginliğe sahip su, toprak ve güneş koşulları içinde her çeşit canlı daha gür yetişebilir…

Gelişmiş Kent Kültürü

Kentleri ve diğer yaşam alanları genellikle birbirine benzeyen Orta Avrupa ülkelerindeki 'gelişmiş kentsel yaşam kültürü' belki şöyle özetlenebilir:

· Tüm önemli kentler 'nehir' kenarına kurulmuş. Yani 'şehirler ve nehirler birbirleriyle çok güzel kaynaşmışlar…'

· 'Kent demek meydan demektir' gerçekliği tüm kentlere damgasını vuruyor. Öylesine geniş kent meydanları var ki… İnsanlar o meydanlarda rahatça toplanabiliyorlar ve demokratik tepkilerini gösterebiliyorlar. Ayrıca bu meydanlar geniş bulvarlarla ve caddelerle birbirlerine öyle güzel bağlanmış ki…

· Ortaçağ ve Yeniçağ'dan kalan binalar titizlikle korunarak çağdaş binalarla bütünlük sağlanmış; tüm binalar cırlak renklerle değil, mat ve dinlendirici renklerle bezenmiş.

· Kentlerin yaşamı sanatsal yaşamla bütünleşmiş; acılar, sevinçler, zaferlerle ulusal ve kutsal değerler sanat eserlerine yansıtılmış… Her kentte yüzlerce müze, galeri, konser salonu ve binlerce heykel yer alıyor. Sanatçıların isimleri her yerde yaşıyor…

· Cadde ve sokakların temizliği çok güzel; temiz tuvaletlere çok kolay ulaşılabiliyor.

· Geleneksel ve çağdaş eğlence mekanlarında insanlar müzik ve dansla öylesine güzel kaynaşıyorlar ki…

· Her kentin kendisine özgü 'gece ışıklandırmaları' da görülmeye değer doğrusu.

İçselleştirilmiş Trafik Kültürü

Sekiz gün boyunca içinde yaşadığımız trafiği dikkatle ve özenerek inceledim ve gördüm ki:

§ Kentlerde 'toplu taşımacılık' (yeraltı treni, tramvay, troleybüs, otobüs) çok gelişmiş ve trafik önceliği toplu taşıma araçlarına ait.

§ Her koşulda 'yayalara öncelik ve saygı' gösteriliyor.

§ İnsanlar 'park ve korna yasaklarına' kesin olarak uyuyorlar. (Cezalar benim üç aylık maaşımla ödeyemeyeceğim kadar yüksek.)

§ Sekiz gün boyunca gezdiğimiz yerlerde en küçük bir trafik kazasına bile rastlamadık.

Oralardaki gelişmiş trafik kültürünü görünce, insan ülkemizde ve kentimizde trafik konusunda bilgiçlik taslayanlara ve trafik magandalarına söyleyecek söz bulamıyor…

Türk Tarihinden İzler

16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı Devleti ile iç içe geçen Orta Avrupa'da bizim tarihimizden de izler var. Gerçi yapısal izler çok az ama tarihsel anılar sürüyor.

Örneğin, şiirlere geçen 'nazlı Budin' (Budapeşte), türküler yakılan 'Estergon Kalesi', 'etrafımı yıkmam diyen Tuna Nehri' ve 1.- 2. Viyana Kuşatmaları… (Belki de bu kuşatmalardaki başarısızlıktan sonra o bölgenin makûs talihi değişti ve Avusturyalılar Viyana için 'kendinden başkasına teslim olmayan kent…' demeye başlamışlardır.)

Gezimiz sırasında Prag'taki Slavya Cafe'de, sürgündeki Nazım Hikmet'in oturup şiirlerini yazdığı masada kendisini anmak ve Karlovy Vary termal kentinde Mustafa Kemal'in Temmuz 1918'de tedavi gördüğü otelin önünde fotoğraf çektirmek bizi özellikle heyecanlandırdı.

Orta Avrupa'da Eskişehir'den izler görmek ise bambaşka bir onur verdi. Çünkü son 15 yılda 'bir Avrupa kenti olan Eskişehir' oralara epeyce benziyor…

Ülkemizi ve dünyayı sağlıkla gezip görmeniz dileğiyle.

Sevgiyle dostlukla.