Yüksek Kaldırım bilindiği gibi karışık, kozmopolit, yani belalı bir yerdir. Karaköy'den yukarıya ya da Tünel'den aşağıya bu sokak üzerinden saptığınızda, elbette tatmin edeceğiniz arzularınıza ve ihtiyaçlarınıza göre kayıt düşerek, sağa ya da sola sapmanın tehlikeli sayılabileceği bir güzergahı seçmişsiniz demektir. Karaköy'den Tünel'e çıkarken sağdaki sokakların birkaçı genelevleri, soldakilerin birkaçı ise pulcuların dükkanlarını barındırır. İleride ele alacağımız 'sahaflık' gibidir pulculuk (bu sonuncular yukarıya, Tünel'e daha yakındırlar). Ama birkaç önemli noktada ondan ayrıldığını, tümüyle farklı bir 'alçaklık' türü olduğunu göreceğiz. Sokağın öte tarafında bulunan genelevlerle hiç bir alakası yokmuş gibi davranan bu dükkanlar, sahaflarınkine göre daha derli toplu, daha temiz pak, az biraz daha gösterişlidirler. Yaşlı kurt filatelistler arasındaki o korkunç pul pazarlıkları konumuz dahilinde olmasa bile, bunlar genellikle lise yıllarındaki genç, kolejli ve harçlığının belli bir kısmını nereye harcayacağını bilemeyecek kadar şanslı sayılabilecek erkek öğrencileri tuzağa düşürürler. 'Gel sana pul koleksiyonumu göstereyim' gibisinden boktan bir klişe ile anlatılmak istenen şeyden daha tehlikelidir bu durum.
Yüksek Kaldırım'ın pulcuları genellikle orta yaşın üstünde, yaşlıca adamlardır. Ticari bir tecrübeye sahip oldukları pul koleksiyonculuğuna yeni yeni başlayan bu genç oğlanlar tarafından kolay kolay anlaşılmaz. Ama koleksiyonculuk saplantılı bir oyun olduğu ölçekte (durumun bir 'saplantı'dan çok daha karmaşık olduğunu ileride göreceğiz) ticari açıdan bu tombul ihtiyarlarca kandırılmanın bu çocukların öznelliği açısından o kadar büyük bir önem taşımadığı da düşünülebilir. Hayır. bireysel saplantılardan, ya da daha tehlikeli 'koleksiyonlardan' bahsediyor değiliz (bkz. 'Koleksiyoncu' adlı film). Bugün Türkiye'nin en eski dernekleri arasında 'filatelistler' derneği de yer alıyorsa, sorunun çoluk çocuk eğlendirmekten daha büyük bir tutku sorunu olduğu hemen kabul edilecektir. Sorun ciddi bir uluslararası devletler hukuku, ulusal eğitim ve devletin bekası sorunudur. Filatelistlerin antikacılarla, sahaflarla ve genel olarak her türlü nostalji tüccarıyla ortak olarak paylaştıkları tutku, bir 'biriktirme' hevesinden önce bir 'elitizm hezeyanı' olarak görünüyor. Borges'in 'Zahir' öyküsünde sergilediği alçaklık türünün en temel bileşeni olarak beliren bu hezeyan, sahaflarda bir 'gelenek merakı' gibi görünebilse de, pul satıcılarında muhafazakarlığın başka bir dalına, 'devlet' meselesine ilişkin olan bir tutkuya göndermektedir.
Derrida'nın, şu metinler koleksiyoncusunun, sevgili Diotima'ya göndermeden beklettiği şu kartpostal üzerindeki pula gözlerini diktiği anda anlayıverdiği gibi, filateli, philatélie bir sözcük olarak bile masum değildir: Evinde bir sözlük barındırmayan için bu terimi gerçek bir Yunanca 'terkip' sanma riski söz konusudur. Oysa filateli terimi, filo-sofi ile, 'bilgelik sevgisi'yle kısmi bir benzerlik taşıyan bu terim, olsa olsa pul kadar eskidir. Başka bir deyişle koleksiyonu yapılabilecek bir yığın cansız şeyden (mesela eski paralardan) daha yenidir. Eski bir Yunanlıya 'filateli' derseniz, o bundan 'uzaklık sevgisi' gibisinden bir şey anlayacaktır: Filos + teleia. Henüz 'pul kültürünün' varolmadığı Ortaçağ'da ise böyle bir terim, aşık filozof (bilgelik-sever demek ama yalnızca 'bilgelik'miş) Abaelardus'un Yunanca bilgisi ölçekleri dahilinde 'mektup-severlik' diye anlaşılacaktır.