TBMM'de CHP'nin verdiği 'terör araştırması önergesi' umut yüklüydü… Çünkü son terör olayları toplumsal gündemimizi öylesine kilitlemişti ki; '7 Haziran sonuçları, koalisyon oluşturulması, yolsuzluklar, hukuksuzluklar, ekonomik ve eğitimsel sorunlar…' gibi yaşamsal konular bile konuşulamaz olmuştu. O nedenle toplumumuzun başına çöreklenen terör belasının parlamentoda ivedilikle görüşülmesi ve çözüm aranması gerekiyordu.

Ancak CHP'nin 'Toplumsal barışı tehdit eden artan terör olaylarının nedenlerinin araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önerge', AKP ve MHP'nin karşı oylarıyla reddedildi.

Bu olay, daha açık bir şekilde şöyle açıklanabilir:

'CHP: Ülkemizde son dönemlerde iyice azgınlaşan tüm terör olaylarının nedenlerinin TBMM'nin kuracağı bir komisyon tarafından araştırılmasını istedi.'

'AKP ve MHP: Aralarında ezelden beri var olan 'kutsal ittifak' doğrultusunda davranarak ve IŞİD terörünü görmezden gelerek ve de meclisteki görüşmede tüm terör suçlarını HDP/PKK/PYD çizgisine yükleyerek, konunun derinlemesine araştırılmasına engel oldular…'

'HDP: Kürtçülük üzerine etnik milliyetçilik yapan terör örgütlerine karşı bir türlü kesin tavır alamayan bu siyasal çizgi; tüm terör suçlarını IŞİD benzeri örgütlerle AKP-MHP çizgisine yükleyerek, kendini temize çıkarmaya çalıştı…'

Özetle TBMM'deki terör tartışmasında, tıpkı futbol takımı fanatikleri gibi karşı saflarda yer alan AKP/MHP ve HDP fanatikleri; kendi yanlışlarını bir güzel örterek ama bu arada birbirlerine kahramanca saldırarak(!) kayıkçı kavgası yaptılar…

Bu kavganın dövüleni ise CHP ve tüm gerçek barış yanlıları oldu…

Üstelik toplantının açılışında TBMM Başkanvekili Şafak PAVEY'in: 'Burada yapacağınız her asabiyet, her tansiyon yükselişi sokağa katmerli şiddet teşviki olarak dönebiliyor…' uyarısına rağmen, saygıdeğer milletvekillerimiz sokağa çok güzel örnek(!) oldular…

TBMM'deki oylamanın sonucu terör sorununa bir çözüm getirmedi ama koalisyon sorununu daha da karmaşık hale getirdi…

Ülkemizde 'Şiddet Sarmalı' Büyüyor

Toplumsal anlamda 'şiddet' kavramı basitçe: 'Bir düşünceyi ya da yaşam tarzını başkalarına silahlı güç kullanarak zorla kabul ettirme eylemi…' olarak tanımlanabilir.

Toplumda birileri şiddet kullanmaya başlayınca, doğal olarak bu durum karşı şiddetleri de kışkırtıyor ve karşıdakiler de silaha sarılınca sarmal büyüyor…

Bu sarmala bir de 'güvenlik' gerekçesiyle 'devlet' karışınca ve devlet 'ceberut (baskıcı, acımasız, despot) bir tutum içine girince…

Yani 'terörün gücü ve gücün terörü birbirini tetikleyince…' sarmal her yanı sarıyor…

Son olayların açıkça göstermekte olduğu gibi 'Türkiye sonu görünmeyen bir şiddet (terör) sarmalı içine girmiştir…

Bu sarmalın bir yanında IŞİD gibi 'dinci terör örgütleri' yer alırken, diğer yanında da PKK gibi 'etnik milliyetçi terör örgütleri' bulunuyor. Bakmayın siz bu 'terördaş' örgütlerin çatışıyormuş gibi göründüklerine, onların hepsi şiddet/terör ideolojisinden besleniyorlar…

Demokrasi kültürünün zaten yeterli olmadığı ülkemizin siyasal ortamında, bir de 'AKP gibi dinci bir partinin iktidarı ceberut devlet rolüne soyununca…' ve cumhurun başında 'sultanlık sevdalısı' birisi olunca, bir terör sarmalı iyice büyümüştür.

Şiddet sarmalı yüzünden toplumsal dokumuz bozuldu, giderek daha da bozuluyor.

'Barış Dili' Güçlendirilmeli

Terörün katlettiği her canın arkasından 'kanları yerde kalmayacak' diye sloganlar atmak ya da intikamcı hamasi nutuklar çekmek, teröre destek olmakla eşanlamlıdır.

Çünkü 'kanları yarıştırarak' hiçbir sorun çözülemez. İnsanlık tarihi bunun acı örnekleriyle doludur.

Çağdaş demokraside ise 'hiçbir kutsal ya da siyasal amacın terörü ve savaşı haklı gösteremeyeceği…' ilkesi artık temel bir ilkedir.

Bu bağlamda, 'Müslümanlık, Kürtlük, Türklük, emek hakları' gibi değer yargılarının arkasına sığınarak, şiddet ve terör kullanmayı savunan kişilerin/örgütlerin hiçbir haklılığı yoktur.

Çağdaş demokrasi kültüründe sorunlar/farklılıklar şiddet yöntemleriyle değil; uzlaşma yöntemleriyle ve karşılıklı saygı içinde çözümlenir.

Toplumsal barışın sağlanması ve geliştirilmesi açısından şu iki ilke çok önemlidir:

1. Siyaset, dinsel ve etnik değerlere dayanarak değil, bilimin ve demokrasinin ilkelerine dayanarak yapılmalıdır.

2. Şiddet (özellikle silahlı mücadele), siyasal mücadele yöntemi olarak kabul edilemez.

Bu ilkeler doğrultusunda barış dilimizi geliştirmek zorundayız.

'Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik İçin…'

Ülkemizin terör belasından bunaldığı günümüz koşullarında umut yüklü gelişmeler de oluyor.

28 Temmuz 2015 günü, Birleşik Haziran Hareketi (BHH) öncülüğünde bir 'dayanışma çağrısı' yapıldı. Altında onlarca saygın sendikacı, STK temsilcisi, gazeteci, aydın, sanatçı, akademisyen, yazar ve on üç CHP milletvekilinin imzası bulunan bu çağrının her satırı bilimsel ve demokratik değerlendirmelerle yüklü. O çağrının birkaç cümlesini sizlerle paylaşmak istiyorum:

'Ülkemizde eşitlik, özgürlük, barış, laiklik ve bağımsızlık mücadelesi AKP rejimiyle esaslı bir mücadeleyi gerektirmektedir. Bunu mümkün kılmak için tüm toplumsal muhalefeti, her yerde halkın birleşik ve örgütlü mücadelesini geliştirmeye, faşist baskılara karşı birlikte direnmeye çağırıyoruz.'

' Sorunun barışçıl, demokratik, kalıcı çözümü için başta TBMM olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin dahil olacağı bir çözüm süreci hayata geçirilmelidir…'

Sağlıkla, sevgiyle ve dostlukla.