Bir Millet Uyanıyor!
1919 yılı, Mayıs ayının son Cuma günü, Ayvalık Mıntaka Komutanı Ali Çetinkaya'nın 56. fırka komutanına durumu bildiren telgrafı, yeni bir ruhun dile getirilişiydi; 'Alayın her ferdi demirden bir kale gibi yerinde sabittir. Her türlü hıyanet hareketine karşı koymaya hazırdır. Büyük bir kahramanlık ve fedakarlık duygusu ile dolu olan alayım ve bölgem içinde bulunan memleket çocukları adına durumu bildiririm efendim'.
Efeler-Zeybekler tarih sahnesine çıkmıştı. Gönüllüler o kadar çoktu ki silah yetişmiyordu. Bu yepyeni bir anlayış, güçlü bir ruhtu. Esirliği medeniyetsizlik, vahşilik ithamlarını reddeden taptaze ruhun adı; 'Müdafaa-i Hukuk' ruhuydu. Her türlü devrimci kuvvetin ve müessesenin özü olan bu ruh İzmir'in işgalinden itibaren memleketin her tarafında birlik ve özdeşliğin ifadesi olmuştur. Kuvay-ı Milliye'yi harekete geçirmiş olan itici güç; Müdafaa-i Hukuk ruhu olmuştur. Damat Ferit'le Namık Kemal zihniyetleri arasındaki fark neyse, Müdafaa-i Hukukçu olmakla olmamak arasındaki fark da o idi.
Milli, bağımsız, iç ve dış kuvvetlerin baskısından ve vesayetinden kurtulmuş bir devletin kurulması, Türklerin millet olarak kurtulması demekti. Türk Devrimi bu idealin Anadolu'da harekete geçmesiyle, benlikleri sarsmasıyla başladı. İzmir'in işgali uzun sürebilecek bu oluşu, alabildiğine hızlandırdı.
Mustafa Kemal, İzmir'in işgalinden 4 gün sonra Samsun'a çıkmıştır. Bu başlangıç, milli bir dayanışmanın, tehlikeler karşısında 'Ben Varım' demenin kesin ifadesiydi. Mukaddesatını, manevi değerlerini bizzat kurtarmaya karar vermiş olan bir milletin yarattığı bir hareketti bu. İstanbul Hükümeti uzun zaman önce Türk Milletinden kopmuştu. Hükümetin savaşamamasına karşılık millet savaşa hazırdı. Öyleyse Hükümet, Milleti temsil etmiyordu artık. Bu gerçeği kabul etmemek, görmemek, inkar etmek Atatürk'e göre; 'Hasis ve tehlikeli bir zihniyettir. Milletin kaderiyle alay etmektir.'
Mustafa Kemal, Samsun'dan Amasya'ya doğru zorlu coğrafyaları aşarak ilerlerken Amasya Tamiminde ilk gerçekçi ve kesin prensipleri ortaya koymaktaydı; 'Memleketi, yine memleketin azmi ve kararlılığıyla kurtarmak'. Bu gerçek İstanbul hükümetince görülememişti. Kurtuluş hareketinin, İstanbul Hükümetince hesaplanamadığının delili Heyet-i Temsiliye ile Saray arasındaki telgraf düellosundan kolayca anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal bu durumu TBMM'nin açış oturumunda daha 'başkan' seçilmeden önce anlatmaktadır.
İstanbul, onu Anadolu'ya gönderdiğine pişman olmuştu. Dönemin Harbiye Nazırı yalvarır gibi çektiği telgrafta Mustafa Kemal'i geri çağırmaktadır. Bu telgraf, bir hükümetin ne kadar küçüldüğünü ve kompleksler içinde bunaldığını göstermesi açısından ibret vericidir. Harbiye Nazırı şöyle demektedir; 'Ne olacağımız henüz belli değil, tek teselli noktası odur ki İtilaf Devletleri'nin fikirleri Türkler lehine az çok değişmiş görünüyor. Birkaç ay önce Türklere barbar ve kabiliyetsiz diyenler, şimdi zavallı, mazlum, muhtaç diyorlar. Bu, olumlu bir durumdur. Mustafa Kemal Paşa'ya tavsiye, düşmanlar sizi ele geçirebilirler, bizi de ortadan kaldıracaklardır. Hemen İstanbul'a dönmenizi tavsiye ile dostluk ve vatan görevi yapmaktayım'.
Mustafa Kemal Paşa'nın telgrafa verdiği cevap Sivas yoluyla Erzurum'a geçmek olmuştur. Çektiği cevabi telgrafta şu satırlar okunur ; ' Beni düşmana teslim etmekle hükümet ikinci bir hıyanete vesile olacaktır. Sizlerin de milli kurtuluş hareketine katılmanız yerinde olur'.
'Türk vatanında milli bir kudret görülüyorsa bu, felaketlerin uyandırdığı milletin aklından ve yüreğinden doğmuştur. Eğer memleketin selameti şahsımın çekilmesine bağlı olsaydı, kayıtsız ve şartsız hiç kimseye bir ümit ve istekle bağlanmaya tenezzül etmeyerek, nefsimi kurban etmek kadar vicdani ve basit bir şey olamazdı. Doğu vilayetlerinin galeyan halinde bulunan halkı arasından çıkıp dönmek teklifini kabulde kendi irademi kullanmaktan manen ve maddeten memnu bulunuyorum'.
İlk Milli Mücadele Hareketleri
16 Mayıs 1919'da Urla, Seferihisar, Çeşme'yi 21 Mayıs'ta Menemen'i işgal eden ve girdiği her yeri yakan, yağma eden Yunan ordusuna karşı Türk Milleti yer yer ayaklandı. İzmir'in işgali üzerine 16 Mayıs'ta Bandırma vapuruyla yola çıkan Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919 tarihinde Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıktı. 21 Mayıs'ta Manisa işgal edildi. Camiler meyhaneye çevrildi. Çok şiddetli mezalim yaşanıyordu. 21 Mayıs'ta Venizelos'un bir telgrafı ile Ayvalık'ı işgal etmek üzere hareket eden Yunan ordusu Ayvalık'ta 172. Piyade alay Komutanı Ali Çetinkaya'nın direnciyle karşılaştı. Düşmana 29 Mayıs'ta ilk kurşun burada atıldı. Bir zabit ve birkaç nefer burada şehit oldu. 9 Haziran 1919 Akhisar, 14 Haziran Bergama işgal edildi. 5 gün sonra Akhisar'ı korkarak tahliye ettiler. İlk karşı koyma emrini veren 14. kolordu Komutanı Yusuf İzzettin'di. Yunanlılar Bergama'dan Cemal Bey'in müfrezesi tarafından atıldı ise de Bergama'yı Yunanlılar tekrar işgal etti ve Menemen'de katliamlar yapıp, Kaymakamı şehit ettiler. Akhisar'da 61. Fırka Komutanı Miralay Kazım Özalp Başkomutanlığında Milli Kuvvetleri kuruldu. Halk, bu milislerin maaş ve yiyeceğini temin ediyordu. İlk müfrezeyi Manisalı Karaosmanzade Halit Paşa kurmuştu. Ancak, Rumların tuzağına düşerek kendi çiftliğinde 7 Temmuz 1919 gecesi şehit oldu. Kazım Özalp, Vasıf Çınar, Hamdi, Halim beylerin teşvikiyle Ayvalık, Soma, Kırkağaç, Akhisar, Balıkesir, Sındırgı, Bandırma, Gönen, Burhaniye Redd-i İşgal temsilcileri 31 Temmuz 1919 da Balıkesir'de toplandı. Vatanı müdafaaya ve kurtarmaya karar verildi. İzmir'e zahire yollanmaması, asker toplanması, Yunanlılarla müzakere yapılmaması, işgalin protestosuna karar verildi. Ayrıca, 'İzmir'e Doğru' adıyla da bir gazete çıkarıldı.
17 Mayıs'ta İtalyanlar Söke'yi, Yunanlılar Urla, Çeşme, Seferihisar'ı işgal etti. İstanbul Hükümeti; 'İşgali sabır ve sükunetle karşılayın, barış konferansında hakkımızı alacağız' diye halkı oyalamakla meşguldü. Aydın, düştü. Ödemişteki silahlar halka dağıtıldı.
25 Mayıs'ta Bayındır, Tire işgal edildi. Ödemiş'te Hamit Şevket İnce, bir milis kuvvetleri oluşturdu ise de mukavemete rağmen Ödemiş ve Nazilliye'de düşman girdi. Çine'de Efe-Zeybeklerden bir Milis taburu oluşturuldu. Yörük Ali Efe, düşmana katılma teklifini reddetti. Malkoç Köprüsünde Yörük Ali, Zeybekler taburuyla düşmana baskın yaparak bir çok silah aldı. Düşman korkudan Nazilli'yi boşalttı. Yunanlılar Aydın tarafına yürüdüler. Burada bir teşkilat yoktu. İşgal üzerine Çine'de bulunan Kuvay-ı Milliye Isparta ve Muğla'ya kadar genişledi. Yörük Ali Efe Zeybekleriyle baskınlar yapıyordu. Bu bölgelerdeki durum İstanbul Harbiye Nezareti'ne bildirilmesine rağmen hiçbir cevap alınamıyordu. Yunanlılar Nazilli'yi yağmaladıktan sonra, milli kuvvetlerin 3 gün süren hücumuna dayanamayarak Aydın'ı tahliye ettiler. Ancak 3 gün sonra Yunanlılar daha büyük bir kuvvetle Aydın'ı 3 Temmuz 1919'da yeniden işgal ettiler.
Menderes istikametinde toplanan Kuvay-ı Milliye Komutanı Demirci Mehmet Efe, 200 Zeybekle ve Aydın yöresi Kuvay-ı Milliye Komutanı Hacı Şükrü Bey Yunanlıların ilerlemesini durdurdular. Bu defa Yunanlılar, 20 Mayıs 1920'de Turgutlu kasabasını işgal ettiler. Bu arada Salihli ve Bozdağ'da Kuvay-ı Milliye gücü kuruldu. Mestan Efe, köylülerle birlikte Yunanlılara ciddi baskınlar yapmaktaydı.
Atatürk, kongreler ve İstanbul Hükümeti ile uğraşırken, düşmanı 16 Mayıs 1919'dan, 22 Haziran 1920'ye kadar 'Milli Çeteler' oyaladı. Bu arada TBMM'nin kurulmasıyla Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal imzasıyla Nazilli'de Miralay Refet, Bursa'da Ali Fuat Paşa ile Balıkesir'de Miralay Kazım Özalp'a birer telgraf çekerek, başına buyruk çalışan bu kuvvetleri bir kumanda altında topladı. Bu arada, Yunan Mezalimi için istenen Uluslararası Hukuk Komisyonları sözde raporlar verdiler, mezalimi tespit ettiler ancak işgal durmadı. Yunanlılar, büyük hazırlıklar ve 13. Fırka ile taarruza geçerek 22 Haziran 1920'de Soma, Akhisar, Balyanbolu'yu işgal ettiler. Düşman Aydın Cephesinde 23 Haziran'da taarruza geçerek Milli Kuvvetlerin cephane azlığından faydalanarak ilerledi.
25 Haziran 1920'de Batı Cephesi Komutanlığı bütün idareyi ele alarak, düşman Kütahya, Eskişehir'e kadar ilerledikten sonra durdurabildi.
Tam Bağımsızlık
Tam bağımsızlık; bağımsızlık savaşının önderi Mustafa Kemal Atatürk'ün 1919'daki tanımlamasına göre şöyledir:
'Tam bağımsızlık, kuşkusuz siyasal, maliye, ekonomi, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir'. Bir sömürge toplumu siyasal bağımsızlığa kavuşabilir. Ancak, o devletin sınırları içindeki madenler, yollar, limanlar, sanayi kuruluşları, iletişim araçları, sömürgeci devletlerin ise, hala ülkede sömürgeci devletin haklarının bekçiliğini yapıyorsa, mahkemelerde hala yabancılara ayrıcalıklar tanınıyor, yabancıların suçlu kişileri yeni devletin yargıçlarının karşısına çıkarılmıyorsa, ülkedeki okullar sömürgeci devletin dili ile öğretim yapıp, sömürge döneminin gelenek ve kültür aşılama görevini sürdürüyorsa, o devletin bağımsızlığından söz edilemez.
Sömürge olmaktan, işgalden kurtulup siyasal bağımsızlığına kavuşan toplumların en büyük sorunu birlik, otorite ve eşitlik konularıdır.
Atatürk Devriminin Bağımsızlık Mücadelesinin Karakteri
Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimin sömürge durumundaki ülkelerin seçkinlerine esin kaynağı olduğunu biliyoruz. Atatürk devrimine Türklerin ulusal kurtuluş ve bağımsızlık savaşını hayranlıkla izleyen bu seçkinlerden bazıları ülkelerindeki bağımsızlık savaşımlarında önder kadrolar arasında yer almış, kurtuluştan sonra da devleti yöneten kişilerden olmuşlardır. Türk ulusal Kurtuluş savaşının başarı ile sonuçlanmasından sonra kurulan ve çağdaşlaşma çabalarını sürdüren Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunun 10. Yılında Mustafa Kemal, sömürge durumundaki doğu ülkelerinin halklarına yeni bir çağrıda bulunarak şunları söylüyordu:
'Doğuda şimdi doğacak olan güneşe bakınız, bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu uluslarının da uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak olan çok kardeş ulus vardır. Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki değişmeye ve gönence yönelik olacak ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve el koyuculuk yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslar arasında hiçbir renk, din ve ana soy farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı egemen olacaktır'.
Bağımsızlık ve Milli Egemenlik
Ulu önder şöyle diyordu; 'Millet egemenliğini almıştır ve isyan ederek almıştır. Alınmış olan egemenlik hiçbir sebep ve suretle terk ve geri verilemez, bırakılamaz'.
'Egemenlik, hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye, görüşme ile tartışma ile verilemez. Egemenlik, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Bir millet kayıtsız şartsız egemenliğine malik ve sahip bulunmadıkça, o devlet ve millet için hayat, şeref ve refah olamayacağını takdir eden milletimiz, bu amaçlarını temin etmedikçe yaşamak mümkün olamayacağına inanmıştır. Milli egemenlik ve onun korunmasına kefil olan bu günkü şekil ve idaremizin mahiyeti yalnız geleceğimizin mutluluğunu, namusumuzu ve bütün manevi vasıflarımızı temin eder'. 'Hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası milli egemenliktir. Bütün dünya bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur. Hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da milli egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve varlığıdır. Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar mahvolur. Toplumumuz milli şuurdan doğan, tamamıyla saf ve vatansever bir hareketin ürünüdür ve milli bir kurtuluşu vardır. Hazinemiz, istiklal ve vatanseverliğin kıymetini takdir etmeyi öğrenmiş olan milletimizdir. Bugün vasıl olduğumuz netice, bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Biz hukukumuzu ve istiklalimizi müdafaa için giriştiğimiz mücahedenin kutsiyetine kail ve hiçbir kuvvetin bir milleti, yaşamak hakikati görmekten bir an fariğ olmamak lazımdır. Bizim ilham kaynağımız doğrudan doğruya büyük Türk Milletinin vicdanı olmuştur ve daima da öyle olacaktır'.
Ne Mutlu Türküm Diyene.