Saltanatın kaldırılması ile birlikte askeri liderler arasında da bölünmeler başlarken, çeşitli muhalif gruplar, organik bir şekilde olmamakla birlikte, Mustafa Kemal'e ve onun önderliğinde gerçekleşmekte olan Türk Devrimi'ne karşı koymakta birleşmişlerdir. Karşı devrimcilerin yıkıcı çalışmaları ve çıkan ayaklanmaların yanı sıra, Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey Terakkiperver Fırka'yı kurmuşlar, fakat bu parti onların idaresi dışında hiç de hoş karşılamadıkları bir biçimde kapatılmıştır. Bunun yanında en önemlisi, iktidar olabilmek için yıllardır çalışan İttihatçıların durumudur. Milli Bağımsızlık Savaşı sırasında Enver Paşa meselesi kendisini göstermiş, daha sonra da Terakkiperver Fırka'nın kurulması ile İttihatçılar bu parti içinde yer almışlardır. Fakat Terakkiperver Fırka, Hükümet kararıyla kapatılınca, bu yolla iktidarı ele geçirebilme imkanı da ortadan kalkmıştır. Ülke büyük tehlikeler içinde bulunurken eski arkadaşlarının Mustafa Kemal'e cephe alışı, İttihatçılara ve diğer bütün muhaliflere umut verir. Anadolu'nun birçok yerinde bundan yararlanılarak devrim ve Mustafa Kemal aleyhinde propagandalar yapılmaktadır. Karşı devrimci hareketlerin hemen hemen en büyük bölümü, 1925 yılı içinde yok edilir veya sindirilir. Ancak İttihatçıların gizli çalışmaları, iktidarı ele geçirebilmek için çabaları sürmektedir. Şüpheli görülen kişiler ve yerler polis tarafından sıkı bir gözetim altına alınır. Haklarında tutulan gizli raporlar, ilgili makamlarca değerlendirildikten sonra İstiklal Mahkemesine gönderilmektedir. Özellikle eski İttihatçılar ve Terakkiperver Fırka'nın kapatılmasından sonra, fırkanın ileri gelenleri hakkında raporlar, hemen hemen tamamıyla Terakkiperver Fırka'nın liderlerinin yaptıkları toplantıları kapsamaktadır.
1925-1926 yılları Türkiye'nin en buhranlı dönemidir. Takrir-i Sükun Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri'nin sürmekte olan çalışmaları, Şeyh Sait ayaklanmasının yarattığı ortam, devrim hareketinin güçlenmesi, Terakkiperver Fırkanın kapatılışı, tekke ve zaviyelerin kapatılışı, Şapka kanunu ve ona karşı çıkan gerici ayaklanmalar ve diğer olaylar ülkenin sosyal yapısını derinden etkilemiştir. Gerçekten de, sürekli derinleşen bu tepki, çok geçmeden Mustafa Kemal'in, yapılan reform hareketlerinin halk üzerindeki etkisini ölçmek, yeni reformların uygulanabilme derecesini saptamak amacıyla, 1926 yılı Haziran ayında yaptığı bir yurt gezisi sırasında, kendini gösterir. Gazi sessiz bir törenle, kendisini uğurlayan alkışlar arasında, Ankara istasyonundan trenle ayrılmış, Eskişehir, Afyon, Konya yoluyla, yer yer halkla ilişkiler kurup sohbet ederek, sırasıyla Tarsus, Mersin üzerinden Silifke'ye varır. Bir süre Silifke'de dinlendikten sonra Mudanya'ya geçer, 14 Haziran'da da Bursa'dan Balıkesir yoluyla İzmir'e geçecektir. Mustafa Kemal Paşa, daha Balıkesir'den hareket etmeden, İzmir Valisi Kazım (Dirik) Bey'den 'şahs-ı devletlerine karşı tertip edildiği anlaşılan mel'unane bir suikast teşebbüsü ortaya çıkarılmış olduğundan lütfen hareketlerinin tehirini' rica eden bir telgraf alır. Geziyi erteleyen Mustafa Kemal ile Kazım Bey'in karşılıklı haberleşmeleriyle olayın çok daha ciddi ve tehlikeli olduğu anlaşılır. Ne var ki, olayın yurt genelinde yaratacağı tepkinin boyutları bilinemediğinden olay hemen açıklanmayarak gizli tutulur.
Hükümetin güvenlik kaygısıyla olayı kamuoyundan gizleme durumu sürerken bu kez, Gazi Mustafa Kemal Paşa, ihbar ile birlikte yarım kalan gezisine devam etmek, aynı zamanda olayın boyutlarını saptamak amacıyla İzmir'e gelecektir (16 Haziran 1926). O'nun İzmir'e gelişi gerek basında, gerekse halk arasında coşkuyla karşılanır. İzmir'de yayınlanan gazeteler, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın İzmir'e gelmesiyle oluşan tezahüratı sayfalar halinde okuyucularına yansıtırlar. Gerçekten de, 'Gazi Paşaları' nın gelişiyle birlikte Basmane, Mezarlıkbaşı, Keçeciler, Kemeraltı, Kordon, Park gibi yerler İzmirlilerle dolup taşar. Her taraf kırmızı beyaz renklerle süslenmiş, pek çok yere taklar yapılmıştır. Saat 8.15'te Gazi'yi taşıyan tren Basmane'ye gelir. Ahenk gazetesinin konuya ilişkin haberlerinde belirttiğine göre ; 'o anda, Gazi geldi, Gazi geldi diye adeta İzmir çıldırdı. Halk kalabalığı çoştu. Trenden inen Gazi, Vali Muavini Halit Bey'i ve diğer karşılayanları selamlar, halkın alkış tufanı, yaşa sedaları arasında ilerler. Halkın heyecanı büyük bir noktaya ulaşmış, sürekli ve şiddetli alkışlar Basmane'den Kordon'a kadar olan alanda yükselmiştir. Bu heyecan tufanı arasında ilerleyen Gazi, Keçeciler, Başdurak, Kemeraltı caddelerini izleyerek, Kordon istikametinden dinleneceği yere geçer'.
Bu arada yetkili makamlar ve kişiler arasında yazışmalar devam etmektedir. Bir taraftan da İstiklal Mahkemesi'nin Ankara'dan olaya el atmasıyla, suçüstü yakalananların dışında Ankara, İstanbul ve İzmir'de değişik tutuklamalar yapılırken, Mustafa Kemal'e yapılan suikast girişimi, Hükümet tarafından 18 Haziran 1926 tarihinde yayınlanan 'Tebliğ-i Resmi' ile kamuoyuna duyurulur. Söz konusu tebliğde, Gazi'nin seyahatinin devam ettiği sırada kendisine suikast tertip edildiğinin anlaşıldığı, Reisicumhur hazretleri'nin İzmir'e varmadan bir gün önce suçluların tutuklandığı ve mahkeme heyetinin davayı yerinde takip etmek üzere İzmir'e hareket ettiği belirtilmektedir. Böyle bir tebliğ bir anda yurtta ve İzmir'de büyük tepkilerin, şaşkınlıkların doğmasına fazlasıyla yeter. Özellikle İzmir'deki basın, İzmir halkının da hislerine tercüman olarak, olayın kendi şehirlerinde meydana gelmesinden duydukları utancı dile getirmektedirler. Hemen hemen bütün İzmir basını olayı, kendileri açısından yüz kızartıcı bir hareket olarak değerlendirmekte, büyük sayfalar halinde okuyucularına duyurmaktadır. Basında büyük bir heyecan kasırgası esmekte, Türk Milletinin Gazi'sine olan bağlılığını seçkin cümlelerle ifade etmektedir. Örneğin, İzmir'in büyük tirajlı gazetelerinden Ahenk, 18 Haziran 1926 tarihli nüshasında olayı şu şekilde duyurur ;
'Milletin gözbebeği, Türk tarihinin yüce kahramanı öldürülebilir mi? Türk Milleti, kendi gözbebeğinin, kendi perşevet varlığını temsil eden büyük Gazi'sinin, kendi nigehbanıdır. Dahili, harici düşmanların saldırmasıyla, İzmir'de başlayan felaket, İzmir'de nihayet bulmuştur. Bugün de, felaket sırıtmaya başlarken, bir darbe ile söndürüldü. Asırların saadeti yeniden tesis etti'
Mustafa Kemal Paşa, o günlerde şaşılacak derecede sakindir. Olayın en ufak psikolojik baskısı üzerinde görülmez. İzmir'e geldiği gün hükümet dairesinde kendisini ziyarete gelenleri kabul etmiş, gazetelerin bize yansıttığına göre, misafirlerine ayrı ayrı iltifatlarda bulunmuştur. Olayın İzmir'de yakalanan elebaşıları dışında, İstanbul ve Ankara'da tutuklamalar yapılmakta ve bu durum sürekli olarak gazeteciler tarafından okuyuculara duyurulmaktadır. Aynı günlerde (18 Haziran 1926) İstiklal Mahkemesi Reisi Ali Bey (Çetinkaya) bir beyanat verir. Bu beyanata rağmen İzmir'de ve yurdun değişik yerlerinde heyecan doruk noktasındadır. Olayı 'yüz kızartıcı' olarak değerlendiren basın, değişik kesimlerden gelen miting çağrılarında araç olarak kullanmaktadır. İzmir'deki çeşitli esnaf cemiyetleri ve siyasi kuruluşlar, bölgesel halk toplulukları, bu çirkin olayı kınamak için İzmir halkını Gazi Paşa'ya olan bağlılığı göstermek, suikastçileri lanetlemek amacıyla büyük bir mitinge çağırmakta, gerek cemiyetlerin ve gerekse yerel yönetim birimlerinin bu yolda halka yaptığı çağrılar, İzmir gazetelerinde yayınlanmaktadır.
Gazi Paşalarına böyle bir suikast girişimi sonunda, galeyan öyle bir aşamaya ulaşmıştır ki, yetkililer tutukluların linç edileceğinden kaygılanmaya başlamışlardır. Bu tedirginliği, birtakım komploların hazırlandığı haberi daha da arttırır. Gazi Paşalarının Naim Palas'a yerleştiğini duyan halk, adeta bir sel gibi otelin önüne akar. Kılıç Ali'nin deyimiyle, halkın Gazi'ye gösterdiği tezahür görülmeye değer bir manzara arz etmektedir. Halkın kendisi için heyecan dolu gösterilerde bulunduğunu gören ve bundan etkilenen Mustafa Kemal, kendisine taziyelerini bildirmek için gelen heyete hitaben, olaydan ne kadar çok duygulandığını söylemekte, necip milletinin kendisini ne kadar çok sevdiğini bildiğini, bu tezahürlerin kendisine karşı olan muhabbetin, şefkatin ve özellikle de ortak mefkureye olan bağlılığın yüksek derecesini kuvvetlendiren yeni bir delil olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam eder;
'Beni öldürürlerse vatandaşlarımın intikamını alacaklarından eminim. Ben ölürsem necip milletimizin beraber yürünmekte olunan yoldan asla ayrılmayacağına inancım tamdır' (Devam Edecek)