Liyakat, Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü’nde “bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu, değim” olarak tanımlanıyor.

T.C. Anayasası'nın 70. maddesine göre, 'her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.' Anayasa'da kamu hizmetlerine girmeyi tanımlayan bu maddenin ikinci cümlesinde göreve uygunluk işaret edilmektedir.

Kanunda liyakat ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 3. maddesi ile düzenlenmiştir. 'Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında Devlet memurlarını güvenliğe sahip kılmak' seklinde ele alınmıştır.

Peki uygulamada liyakat ilkesi nasıl işliyor.Aslında herkesin bildiği bir konu. Her siyasi iktidar değişiminde seçimi kazanan siyasi parti taraftarlarını memnun eden, muhalefettekileri de genel anlamda mağdur eden bir konudur liyakat. Yani aslında siyasi partileri seçmen kitleleri sürekli liyakat sistemini göz ardı ederek kendi kişisel çıkarlarını kayırması konusunda zorluyor.Elindeki seçme hakkı ve oy tercihi ise siyasi partilerin en büyük korkusu.

Ülkede yaşayan halkın kahir ekseriyetinde genel ahlak ve adalet anlayışının zayıfladığı durumlarda liyakat sisteminin hiç bir anlamı da yok. Meclise milletvekili ziyaretine gidenler, parti teşkilatlarından sürekli bir beklenti içinde olanlar olduğu sürece bu kısır döngü de devam edecek.

Halkın bu olur olmaz isteklerine olumsuz yanıt veren siyasilerin halkın arasına karışmaları ve onlardan oy istemeleri de tabii ki imkansız. O yüzden halk diyor ki ben seni destekledim, oy verdim, şimdi sen de benim isteklerimi yerine getireceksin. Ben olmasam sen de olmazdın!

Oğlumu şu göreve, kızımı bu makama, yeğenimide şu kuruma yerleştir! Peki ya siyasetçiler seçmenlerinin bu taleplerini yerine getirmezse!

O parti ülke için bir felaket, o siyasetçi de en kötü siyasi kişi ilan edilip linç kampanyası başlatılır.Tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurta mı tavuktan? Bu mesele kısır bir döngü aslında. Herkes kendine Müslüman sanki. Nasıl yönetilmek istiyorsanız öyle yönetilirsiniz!

Kamuda alt kademelerde işe alımlarda, atamalarda bu durumdan kurtulmak çok zor. Hangi parti iktidara gelirse gelsin, kendisine destek veren, oy veren seçmen kitlesini ve taraftarlarını memnun etmek için liyakat sistemini dozer gibi ezip geçiyor. Muhalefetin eleştirilerini bu anlamda hiç samimi bulmuyorum o yüzden. Belediyelerde liyakate ne kadar dikkat ettiklerini ve geçmişte iktidar olduklarında neler olduğunu da gördük. Sırf başı kapalı olduğu için kız çocuklarının eğitim hakkını bile engellediler. Nerde kaldı kamu görevlerine atanma konusunda eşit haklar, liyakat ve fırsat eşitliği vs.

Ama mevcut iktidarın özellikle A kadrosu diyebileceğimiz bakanlar ve üst düzey bürokrat atamaları da çoğu zaman anlaşılır ve kabul edilebilir değil.

15 Temmuz 2016 yılında gerçekleşen hain darbe teşebbüsünden tam on yıl önce verdiğim konferanslar ile FETÖ ve cemaatini hedef alan ve tüm halkı uyaran biri olarak bazı atamaları kabul edebilmem hiçbir şekilde mümkün değil.Kimse bana bunların haklı yanlarını anlatamaz, ikna da edemez.

Ben FETÖ'nün en güçlü olduğu dönemde bu adama meydan okurken, onunla birlikte yol yürüyen, ona güzellemeler yapan, övgüler yağdırıp meclis kürsüsünde savunanları gördüm geçmişte.Bu adamların yerinde ben olsaydım darbe teşebbüsünden sonra utancımdan siyaseti bırakıp bir dağ evinde yaşamaya başlardım.Kimsenin yüzüne de bakamazdım utancımdan.

Sayın Cumhurbaşkanıda FETÖkonusunda aynı şekilde hata yaptı fakat hatasını kabul edip özür de diledi. Halk onu tekrar seçti ve artık onun açısından liyakat ve meşruiyet tartışması yapılması da demokratik bir ülkede mümkün değil. Ama halkın seçmediği atanmışlar açısından liyakat tartışması yapılabilir, yapılmalıdır da.

Son yapılan Adalet Bakanlığı ataması liyakat ilkesi, öngörülü olma ve ileriyi görme yeteneği açısından son derece hatalıdır benim için. Sayın Bozdağ'ın önceki bakanlık döneminde kaç tane hakim ve savcı alımı yapıldığının ve bunların içinde terör örgütü üyesi veya iltisaklısı olup olmadığının varsa şayet sayılarının ve nasıl göreve kabul edildiklerinin tartışılması gerekiyor.

Efendim 15 Temmuz gecesi meclis kürsüsünde sayın bakan bugün burada öleceğiz diyerek çok cesur bir duruş sergiledi diyenler var. Ne diyecekti ki F-16'lar başkent semalarında meclis dahil birçok yeri bombalarken acaba. Artık o gece sözün bittiği yerdi. O gece ve sonrasında kimin ne söylediğinin bir önemi yok benim için. Siz benim gibi yıllar öncesinden neden gerçekleri göremediniz, kim dost kim düşman neden anlayamadınız ve hala nasıl siyasete devam etmekte ısrar edebiliyorsunuz. Cevaplanması gereken soru budur!

Sayın Bakan bu örgüte mensup olmayabilir, amabir siyasetçi ve bir Devlet adamı iki adım sonrasını öngörebilecek, dostu düşmanı tanıyabilecek liyakate de sahip olmalıdır. 15 Temmuz'dan 10 sene önce benim gördüğümü, benim imkanlarımdan yüz kat daha fazlasına sahip olduğu halde göremeyenlerin bakan olmasını bana kimse savunmaya kalkmasın. Kendi aranızda kendi tezlerinizi savunabilirsiniz.Ama bana bunu anlatırken yüzünüz kızarmalı, başınız öne eğilmeli hatta mümkünse hiç bu konuyu benim yanımda açmamalısınız. Ben anlamıyorum, anlamak zorunda da değilim kardeşim bunu. FETÖ denen örgütü en başından beri anlamış,darbe teşebbüsünden 10 sene önce verdiği konferanslarla halkı uyarmış ve Türkçe olimpiyatları yasaklansın diye Birleşmiş Milletlere, Avrupa konseyine, Almanya Adalet Bakanlığına mektuplar yazmış birine bu atamanın doğru olduğunu kimse anlatamaz.

Ama siyasetin kuralları farklı işliyor. Doğruları 10 sene önce de söyleseniz bugün de söyleseniz fark etmiyor. Bu ülkede doğruları konuşanları pek de sevmezler. Ama biz inandığımız doğruları her zaman söylemeye ve yazmaya devam edeceğiz. Dokuz köyden kovulsak bile… Bu yüzden köşemin adı 'onuncu köy'.

Sağlıcakla kalın, adaletle kalın…