Doğası gereği, siyaset iddialı olmayı gerektirir... Kazanmayı istemeyi... En azından partinin oylarını yükseltmeyi...
Kazanamayacağını bilse de, kişiyi siyasete iten tutku, aidiyet duygusu, hırs, belki de sadakat, akli melekeleri bile zedeleyecek minvalde projelerde hayat bulur...
Çünkü hep söylüyorum;
Vaat etmek başka bir şey, yapmak başka bir şeydir...
Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen'in 25 yıllık büyükşehir belediye başkanlığı döneminin en önemli özelliği;
Yapamayacağı şeylerin sözlerini vermemek,
Verdiği sözleri de yerine getirmektir...
Eskişehir halkıyla Büyükerşen'in arasındaki güven ilişkisinin temeli budur...
Büyükerşen,
Kimseyi asılsız, yerine getiremeyeceği vaatlerle kandırmadı...
Sık sık, 1999 yerel seçimlerinden önce hazırladığı “26 söz” isimli kitapçıkta olan bazı projeleri yapamadığı eleştirilir...
Bunların en önemli örneği, çeşmelerden içme suyu akıtma sözünü tutmadığıdır...
Oysa, Büyükerşen zamanında büyük bir teknolojik üstünlüğü sahip arıtma tesisi hayata geçirildi...
Ancak Porsuk Çayı, şehrin tek su tedarik edebildiği kaynak ve bu kaynaktaki suyun tadı, yıllarca Kalabak Su içmiş şehrin halkının damak tadına uygun değil...
Bu nedenle de tercih edilmiyor...
***
Muhtemelen,
Hangi partiden olursa olsun, şimdiki adaylar da, yaptıkları vaatlerin tümünü yerine getiremeyebilirler...
Ancak Eskişehir halkının duymak istediği, vaat değil...
Şehre bakış açısı...
Buna ikna olmak istiyor...
Yoksa adaylar, gittikleri her yerde insanlardan gelen talepleri dinleyip, çok güzel potpuriler üretebilirler...
Durup durup trafik sorunu dile getirilir...
Öyleyse, adayın ilk ele alacağı konu budur...
Trafik sorununu çözeceğini söyler...
Bunun için de projeler üretir...
Ancak işin finans ayağı vardır, hukuki boyutu vardır, yetki boyutu vardır...
Bunlar, her yönüyle oluşturulup, olgunlaştırılmadan, yalnızca bilgisayarda çizilmiş resimlerle halka bu projeleri sunmak çok da gerçekçi değildir...
Örneğin,
2 kat olan yerlere 5 kat imar izni vereceğim deyip,
Arkasından da “yatay mimariye geçeceğiz” demek bana çok garip geliyor...
2 katı 5 kata çıkartıp, nasıl yatay mimariye geçiliyor bilmiyorum ama, kesin olan bunun “eşyanın doğasına aykırı” olduğudur...
Kaldı ki, böyle sözlerin verildiği mahallelerdeki yapı stokunun büyük bölümü hem eski, hem de deprem yönetmeliğinden önceki dönemlerde yapılan binalardan oluşuyor...
Binaların o halleriyle üç katı daha taşımaları mümkün değildir...
Öyleyse yıkılmaları gerekecek...
Yeniden inşa edilmeleri de en az bir yıl alacak...
Ve bu insanlar, bu süreyi kirada geçirecekler, o da bir yılda biterse...
Alın size yeni bir sorun ve yeni bir maliyet daha...
Üstelik hane sayısını en az iki katına çıkarınca, nüfus da iki katına çıkacak...
O da en az...
Belki daha fazla artacak...
Otopark sorunu,
Sosyal donatı alanı,
Sağlık alanı,
Okul alanı,
Yeşil alan,
İbadethane alanı...
Bunların tümünün de iki katına çıkarılması gerekmeyecek mi?
Şehir içi toplu ulaşım ihtiyacı artacak...
Söz konusu mahallelerin halini az çok hepimiz biliyoruz...
Birbirine bitişik binalar, dar sokaklar...
Nüfusu böyle arttırırsanız, işin içinden çıkılamaz hale gelmez mi?
***
Demem o ki,
Adaylar, neler yapıp yapmayacaklarından önce, şehri nasıl bir bakış açısıyla yöneteceklerini anlatmalılar...
Örneğin, öncelik araçlarda mı olacak, yoksa insanlarda mı?
Sosyal belediyecilik, sanat ve kültür?
Örneğin tüm ülkenin imrenerek baktığı şehir tiyatroları, senfoni orkestrası?
Devam mı tamam mı?
Bunların arttırılarak devam etmesi, birçok hayali projeden daha önemli değil mi?