Hepimiz, farkında olmasak da, toplumun içinde varız. Kimliğimizi bulma çabamız çoğu zaman başkalarının gözünden şekillenir. Hangi mesleği seçmeliyim? Hangi özelliklere sahip olmalıyım? Bu tür sorular, sadece toplumun dayatmalarını değil, aynı zamanda bizim kendi içsel kimliklerimizi de dönüştürme gücüne sahiptir. Toplum, çoğu zaman bu baskıları görünmeyen, ince bir zincir gibi örer ve bir noktada, o zincir bizi içeriden adım adım hapseder.

Kimlik, dışsal faktörlerden çok daha fazlası olmalı. Ancak bu baskılar, özgürlüğümüzü kısıtlayan bir tuzağa dönüşür. Kendimizi bulma arayışımızda, başkalarının kimliğine bürünürken, aslında kendi kimliğimizi kaybetmeye başlarız. Oysa, kaybolan kimliği aramak, aslında kaybolan gerçeği bulmak anlamına gelir.

Hayatımız boyunca, toplumun bizden beklediği şekillerde bir yolculuğa çıkarız. Ailemizin, çevremizin, arkadaşlarımızın bizden ne beklediğini düşündükçe, kendi sesimizi duymamak daha kolay hale gelir. Toplumun bizden istediği bu "doğru" yol, zamanla bizim yolumuz olmaktan çıkar.

Ne zaman ki, toplumun beklediği o kimliğe bürünmekten vazgeçeriz, işte o zaman kaybolduğumuzu fark ederiz. Toplumun "doğru" dediği her şey, bir süre sonra gerçekte kendi kimliğimize uygun olmayan bir maskeye dönüşür. Bu maskeyle yaşamakta, başkalarının hayatını yaşamaya dönüşür.

 Toplumun yargıları, dışarıdan gelen baskılardan çok daha fazlasına dönüşebilir. İçimizde yıllarca biriken bu çatışma, doğruyu bulma çabamızı karmaşıklaştırır. Kendi iç sesimize kulak vermek, çoğu zaman suçluluk duygusunu beraberinde getirir. Sonunda ise

  “Ben neden farklıyım?” sorusu, bir yanda “Doğru olan ne?” sorusuyla birleşir. Bu içsel çatışma da kimlik krizine yol açar.

Bazen, başkalarının değerlerimizi savunmak, kendi değerlerimizle çatışmak zorunda kalmak, en zorlayıcı şey olur. Ama bu, kimliğimizi bulmak için başarmamız gereken ilk şeydir: Kendi iç sesimi zi dinlemek. Gerçek kimliğimizi, başkalarının söylediklerinden değil, yalnızca kendi içimizdeki gerçeği dinlemekle şekillenir.

  Dijital dünyanın da üzerimizde sessiz bir baskısı vardır.

 Sosyal medyanın sunduğu dünya, toplum baskısının en görünmeyen ama en etkili alanlarından biridir. Bir paylaşımın beğenisi, bir fotoğrafın takdir edilmesi, dışarıdan gelen onayın ne kadar önemli olduğunu fark etmeye başlarız. Bu ortamda, başkalarının yaşamlarını izleyip kendimizi onlarla kıyaslamak, bir yarışa dönüşür. Ancak bu yarış, nihayetinde sadece içsel huzursuzluk yaratır. Sosyal medya, özgürleştirici bir alan gibi görünse de, çoğu zaman kimliğimizi toplumun onayladığı şekilde şekillendirmemize neden olur.

 Her geçen gün, başkalarının onayını alma çabası içindeki boşluk, daha da büyür. Oysa, gerçek özgürlük, başkalarının düşüncelerine göre değil, kendi iç sesimize göre yaşamaktır.

 Toplum baskısından kurtulmak, özgürlüğün ne olduğunu anlamaktan başlar. Kendi kimliğimize sahip çıkmak, başkalarının gözünden değil, yalnızca kendi iç sesimizden yola çıkarak hayatımızı inşa etmek cesaret ister. Bu cesaret, toplumsal normları sorgulamakla değil, o normlara uymamanın her zaman doğru olmayabileceğini kabul etmekle başlar.

Gerçek özgürlük, başkalarının onayına takılmak yerine, kendi iç dünyamıza sadık kalmakla mümkündür. İçsel çatışmalarımı aşmak ve toplumun onayından bağımsız bir yaşam kurmak, zaman alabilir ama sonunda kendi kimliğimize ulaşmamızı sağlar. Kendimizi bulduğumuzda, toplumun dışarıya yansıyan yüzüyle değil, iç dünyamızla barışarak var oluruz.

 Toplum baskısı, hayatımızın bir parçasıdır. Ama bu baskıyı kabul etmek ya da ona boyun eğmek zorunda değiliz. Kimliğimiz, sadece başkalarının gözünden şekillenen bir şey olmamalıdır. Eğer cesaretle bu yolculuğa çıkarsak, toplumun kısıtlamalarını aşarak kendimizi bulabiliriz. Gerçek kimliğimizi bulduğumuzda, toplumun beklentileri ikinci planda kalır ve biz, sadece kendimiz olarak var oluruz.

Toplumun bizden beklediği kimlik, bir maske gibidir; ama gerçek kimliğimiz maskenin arkasında gizlidir. Bazen kaybolmak, aslında kendini bulmaktır. Bu yolculuk, en değerli yolculuktur; çünkü sonunda sadece kendimiz olmak, toplumun bizden beklediği her şeyden çok daha değerli bir yaşam sunar.