Yunus Emre'den küçük bir bukleyle başlayalım…

'Ölürse tenler ölür,

Canlar ölesi değil…'

Perişanlık ise,

Ruhlarımızda…

Kan, barut, ateş, ölüm, gözyaşı…

Canların, hiçbir zaman geri dönmeyecekleri diyarlara uçup gitmesi…

Perişanlık…

Evet düpedüz perişanlık…

Bireysel olarak değil, ailecek ya da tüm mahalle değil…

Tüm şehir de değil…

Tüm ülke…

Perişanlık…

Terör, savaş, fetö, 15 Temmuz, ekonomi, tsunami, geriatri, padogoji, psikoloji…

Üstüne bir de meteoroloji…

***

Şöyle bir durup dinleyin kendinizi…

Sizi mutlu eden ne var?

Askerdeki oğlunuz salimen döndüyse, evet…

Dahası,

Akşam olduğunda kendiniz, eşiniz, oğlunuz, kızınız eve salimen döndüyse, ona da evet…

Düğün dernek bile gidermiyor artık içimizdeki perişanlığı,

Zira ölümün siyah pelerinli hayaleti düğün, kına, ölü evi, gelin evi… hiç bir şeyi dinlemiyor…

***

Ağustosun sonuna doğru diyorduk ki,

Şu maçlar başlasa da dağılsa kafamız…

Başladı, başlamasına da; daha çok mu stres olduk ne…

Zaten süper lig yok…

TFF 1. Lig…

Tadı tuzu yok…

Milli takım deseniz, hak getire…

Diz boyu perişanlık…

Küçücük bir şey olmaz mı, bir parça umut, bir parça yaşama sevinci…

Sizin var mı?

Öyleyse bize de verir misiniz bir parça…

***

Havalar soğuyor…

Duayenimiz Önder Baloğlu rahatsızlandı…

Diğer bir duayenimiz Ömer Duru, dinlenceye çekildi…

Havuz başında fotoğraf çektirdik o bile kesmedi…

Sesler kırıldı, bakışlar buğulandı, veda etmek her zamanki gibi ağır geldi…

Mutluluk bize yine uzak kaldı…

***

Depresyonda mıyım, diye sordum kendime…

Yetmedi birkaç dostuma da…

Nevroz mu yoksa…

Cümle alem dediler, cümle alem…

Velhasıl ülkece perişanlık…

Sevinecek bir şey kaldı mı memlekette?

Var da ben mi görmüyorum?

Sizde varsa bir parça istiyorum…

***

Bu bile perişanlık…