Video oyun tarihinin en köklü serilerinden biri olan Prince of Persia, uzun yıllar sonra yeniden hayat buldu.

 Ubisoft tarafından geliştirilen Prince of Persia: The Lost Crown, klasik serinin DNA'sını koruyarak modern oyun tasarımıyla harmanlayan bir yapım olarak dikkat çekiyor. Ancak, bu geri dönüş gerçekten beklediğimize değer mi? Yoksa nostaljinin ardına saklanan tatsız bir deneme mi? Gelin birlikte inceleyelim.

Prince of Persia markası, 1989 yılında Jordan Mechner'ın ellerinden çıkmış, akrobatik platform mekaniğini ve büyüleyici atmosferini oyunculara sunarak kendine sarsılmaz bir yer edinmişti. Ardından gelen Sands of Time serisi, bu kökleri geliştirerek aksiyon-macera türünü adeta baştan tanımladı. Ancak, Assassin’s Creed’in gölgesinde kalan seri uzun yıllar boyunca sessizliğe gömüldü. Ta ki The Lost Crown ile yeniden dönene kadar.

Ubisoft, yeni oyunda serinin alışılagelmiş 3D aksiyon yapısından uzaklaşarak Metroidvania tarzı bir oyun deneyimi sunmaya karar verdi. 2.5D perspektifiyle oynanan oyun, detaylı haritası, kilitli bölgeler ve zamanla açılan yeni yeteneklerle ilerleyen bir yapıya sahip. Bu değişiklik, seriye taze bir soluk getirdiği gibi, eski hayranların bir kısmının da temkinli yaklaşmasına neden oldu.

Ancak, oyun ilerledikçe fark ediliyor ki, bu yeni format Prince of Persia’nın ruhuyla büyük ölçüdé örtüşüyor. Hızlı dövüşler, akıcı parkur mekaniğii ve bulmacalar, Metroidvania ögeleriyle harmanlanarak oyuna sıkı bir ritim kazandırıyor. Kendi yeteneklerinizi geliştirerek haritanın yeni alanlarını keşfetmek, eski Prince of Persia oyunlarındaki hisleri anımsatan bir tat sunuyor.

Ana karakterimiz Sargon, eski oyunlardan farklı olarak prens değil, krallığa hizmet eden elit bir asker. Kayıp bir prensin peşinden gittiğimiz bu hikâye, mitoloji ve zaman manipülasyonu gibi seriye özgü unsurları da içeriyor.

Sargon, düşmanlarla savaşırken akrobatik hareketleri ve zamansal yetenekleriyle oyunculara oldukça tatmin edici bir dövüş hissiyatı sunuyor. Ubisoft, karakterin hareketlerini ve kombo sistemini akıcı bir şekilde tasarlamış. Sargon’un her hamlesi, ustalıkla birleştirildiğinde düşmanlarla olan savaşlar adeta bir dansa dönüşüyor.

The Lost Crown’un sanatsal tasarımı, çizgi roman tarzından esinlenmiş bir görsel stil sunuyor. Mekanlar büyüleyici ve detaylı, ancak bazı bölgelerde çok fazla renk paleti kullanılması, atmosferin bütünlüğünü zaman zaman zedeliyor. Bununla birlikte, karakter animasyonları ve çevre detayları özenle işlenmiş.

Oyunun müzikleri, serinin klasik Pers ve Doğu ezgilerinden esinlenirken, modern elektronik altyapılarla destekleniyor. Bu kombinasyon, hem nostaljik hem de yenilikçi bir atmosfer yaratmayı başarıyor.

Her ne kadar The Lost Crown büyük övgüler alsa da, eksiksiz bir oyun değil.

·         Oyun, bazı bölgelerde gereksizce zorlaşabiliyor ve checkpoint sistemi bazen oyuncuları zorluyor.

·         Prince of Persia gibi köklü bir seriye daha epik bir anlatı yakışabilirdi. Hikâye, belli noktalarda yetersiz hissettirebiliyor.

·         Görseller bâzen fazla parlak ve çizgi film hissi verecek kadar renkli olabiliyor.

Ancak, artılar eksileri gölgede bırakacak kadar baskın:

·         Harika akıcı bir oynanış mekaniği,

·         Metroidvania yapısının iyi uygulanmış olması,

·         Hızlı ve tatmin edici dövüş sistemi,

·         Büyük ve keşedilmeyi bekleyen bir dünya.

·         Son Söz: Tahtta Yerini Aldı mı?

·          

Prince of Persia: The Lost Crown, eski serinin ruhunu koruyarak yeni nesil oyun dinamikleriyle harmanlanmış bir yapım. Seriye getirilen Metroidvania dokunuşu, bazı hayranlar için bir risk gibi görünse de, oyunun akıcılığı ve dövüş sisteminin tatmin ediciliği, bu endişeleri çoğunlukla ortadan kaldırıyor.

Ubisoft, bu yeni Prince of Persia ile eski tahtına geri mi döndü? Belki tam olarak değil. Ancak kesin olan bir şey var ki: Lost Crown, eski prensi unutturmayacak kadar gücclü bir miras sunuyor.