Eskişehir'in
Uzun yıllar boyunca bir kenarda bırakılmışlığın zincirini kırdığı 1999'dan sonra, aradan geçen 16 yılda nereden nereye geldiğini ve nasıl geldiğini doğru okuyabilmenin yollarından biri, bu şehri çocuk gözüyle görebilmektir belki de…
Çocukluğunuzun şehriyle, büyüyüp şehri başka türlü kullanmaya başladığınız zamanın damağınızda bıraktığı tadın ayırdında olmak elbette önemlidir, ama tek bir şartla; çocuk çağınızdaki şehri sevdiyseniz, onu hep seversiniz…
Bu biraz da,
Kendini bir şehre,
O şehri de kendine ait hissetmekle ilgili…
***
Neredeyse hayatının yarısını başka şehirlerde geçiren biri olarak, ilk çocuk çağımdaki Eskişehir'i hiç unutmadım…
Hep güzel, sıcak, cana yakın bir şehir vardı zihnimde…
Atatürk Bulvarı (Hasan Polatkan) daha açılmamıştı, Ferahiye Caddesi, Devrim Ortaokulu, kader kısmetciler, İnkılap İlkokulu…
Kırım Caddesi de yoktu örneğin…
Sokaktan iki-üç basamak aşağıya inilerek girilen, gölgeli, serin evlerle doluydu Işıklar Mahallesi, Mamure…
Bugün otomobillerin içinden hızla geçtiği zaman ve yön duygumuz bu kadar körelmemiş, bu kadar örselenmemişti…
Yabancı değildi insanlar birbirlerine…
Kimse kimseye selam vermeden geçip gitmezdi…
Bugün içinde kocaman bir sanat merkezinin olduğu Necati Bey Parkı…
Necati Bey İlkokulu…
Necati Bey kimdi acaba?
Hep merak etmişimdir…
***
Şehirlerin de bir insan hayatı gibi dönemleri olduğunu düşünürüm hep…
Nicelik olarak farklı olsa da insan yaşamından, nitelik olarak benzer…
Onun da sesi vardır,
Kalbi,
Gözleri,
Hastalıkları,
Acıları…
Çocukluğunuza ait silik soluk şehir fotoğrafları,
Yer ettiyse zihninizde,
O şehirden vazgeçemezsiniz…
***
Eskişehir böyle bir şehir işte…
Aynı benim çocukluğumdaki gibi…
Sesi
Ruhu,
Kalbi,
Acıları…
Bir şehri şehir yapan şeyler de bunlar değil midir zaten…
Bir insanı insan yapan şeyler olduğu kadar…