Son yıllarda (özellikle son aylarda) dünyanın ve Türkiye'nin geldiği nokta duyarlı insanların yüreklerini burkuyor. Çünkü:
Dünya literatüründe adına 'dogmatizm' denilen ve:
· 'Bazı öğretileri mutlak doğru gibi kabul ederek, salt duygusal ve bireysel eğilimlere bağlı olarak inanmak…
· O dogmatik inançları sorgusuz sualsiz bir biçimde benimsemek…
· Tartışmasız gerçek olduğuna inanılan o görüşleri eleştirenlere karşı şiddetle tepki göstermek…' anlamında açıklanan tehlikeli bir hastalık dünyamızı sarmış durumda.
Dogmatizm hastalığı daha çok, adına ' fanatizm' denilen ve sözlükte ' bir kimseye ya da bir şeye aşırı düşkünlük ve tutkuyla bağlılık…' olarak açıklanan biçimiyle ortaya çıkıyor. Fanatizmin en yaygın olduğu alan ise dinsel alandır.
Dünyamızın böylesine karmaşık ve sağlıksız ortamının bir yanında 'İslam fetişizmi' kol gezerken, bir başka yanında 'İslamofobi' cirit atıyor.
Tüm bu sapkın akımların buluştukları ortak nokta : 'Şiddet, terör ve savaş…'
İnsanlığı çürüten bu zehirlerin önemli bir panzehiri olan 'laiklik' ise bir köşeye büzülmüş durumda sahip çıkılmayı bekliyor…
Çünkü geçmişte laikliği kimimiz çok horladık ve aşağıladık, kimimiz çok abarttık ya da küçümsedik, kimimiz ise korktuk ondan…
Geliniz şimdi, laiklik konusunda belleklerimizi biraz tazeleyelim.
LAİKLİK, ÖZGÜRLÜKLERİN GÜVENCESİDİR
Laikliği klasik ve basit anlamda 'din ve devlet işlerinin ayrılmasıdır…' biçiminde tanımlamak yetersizdir. Anlamlı bir tanım şöyle yapılabilir:
'Laiklik, toplumsal yaşam kurallarının dinsel inançlara göre değil, akla ve bilime göre belirlenmesidir…'
Çünkü 'her şeyin sürekli gelişmesi' yaşamın temel kurallarından birisidir. Oysa tüm dinlerin değişmez ve katı kuralları vardır. Bu yüzden, sürekli gelişen insan özgürlükleri ile o dinin değişmez kuralları bir süre sonra çelişirler/çatışırlar…
Binlerce yıldır çok acı ve kanlı çatışmalar yaşayan insanlık sonunda çözümü laiklikte bulmuştur. Yani 'yaşamın gerçekleriyle inançları birbirinden bağımsız ama bir arada yaşamalıdır…'
Bu bağlamda laiklik:
· Aklın, bilimin ve sanatın özgürleşmesidir…
· Bilginin, düşüncenin ve eğitimin özgürleşmesidir…
· Hukukun ve yönetimin özgürleşmesidir…
· Toplumsal yaşamın ve bireyin özgürleşmesidir…
'Özgürlük' sözcüğünü duyunca afakanlar basmış bir biçimde 'sınırsız özgürlük olmaz!..' diye feryat edenler boşa yırtınmasınlar. Çünkü 'özgürlüklerin sınırını da bilim ve demokrasi belirler…'
LAİKLİK OLMADAN 'CUMHURİYET' OLUR MU?..
'İnsanların özgürlük ve eşitlik dengesi içinde birlikte yaşamaları…' ülküsü olan 'demokrasi', kendisi için adı 'cumhuriyet' olan ideal bir yönetim biçimi türetmiştir.
Bu bağlamda 'toplum yöneticilerinin özgür seçimlerle belirlenmesi…' anlamında özetlenebilen cumhuriyetin, mutlaka demokrasiye dayalı olması gerekiyor.
Yani bir cumhuriyette, demokrasinin 'seçim' ilkesi yanında; 'eşitlik, özgürlük, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk, bilimin rehberliği, laiklik' gibi demokratik ilkeler de mutlaka var olmalıdır
Bu demektir ki, etik dışı seçim taktikleriyle sağlanan oy çokluğuyla iktidarı ele geçirdikten sonra, 'milli irade fetişizmi' yaparak ve demokrasinin diğer ilkelerini rafa kaldırarak 'cumhuriyetçilik' olmaz…
Demokrasinin ve cumhuriyetin olmazsa olmazlarından olan 'laikliği yok ederek', sultan edalarıyla 'biz en büyük cumhuriyetçiyiz…' palavrası atılabilir; 'ama öyle bir cumhuriyet yumurtasız omlete benzer…'
Osmanlı'nın teokrasiye ve otokrasiye dayalı dönemlerine öykünerek, bugünün Türkiye'sinde cumhuriyetçilik taslamak ise Osmanlıcada 'abesle iştigal etmek…' diye tanımlanırdı…
LAİKLİK UMUTTUR
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız özellikleri taşıyan 'laik cumhuriyetler', Batı toplumlarında 18.- 20. yüzyıllarda oluşmuştur. Bu oluşumların temelinde de Ortaçağ karanlıklarında yapılan din ve mezhep savaşlarının kanlı ve acı deneyimleri ile Rönesans ve Reform süreçlerinin aydınlığı yatar.
İslam toplumlarında ise 'laik cumhuriyet' özelliği taşıyan tek örnek Türkiye olmuştur. 1923'ten günümüze uzanan bu tek örneği Batı ölçütleriyle kıyaslayınca elbette birçok eksikliği var. Ama böylesi bir güzellik diğer İslam toplumlarında yaşayan insanların özgürlük umudu olmuştur.
Bu arada gelişen süreç içinde Batılı emperyalist devletlerin sömürgeci amaçlarla Doğu'da laikliğe düşman gerici odaklarla işbirliği yapmaları, laikliğin küresel önemini arttırmıştır.
Bu anlamda düşününce 'günümüzde artık laiklik, tüm insanlık için umuttur…' Ve Türkiye bu umutların önemli bir odak noktasıdır.
Son yıllarda dünyanın emperyal ve gerici güçleriyle işbirliği içindeki AKP iktidarının, Türkiye'den doğan bu laik cumhuriyet umutlarını karartan düzenlemeler yapması endişe vericidir.
Bu durum, Nazım'ın 'Onlar umudun düşmanıdır sevgilim/ Serpilip gelişen hayatın düşmanıdır…' diyen dizelerini düşürüyor aklımıza.
Ama endişelerimize karşı yine Nazım Usta yol gösteriyor: 'Kararmasın yeter ki/ Sol memenin altındaki cevahir…'
Umut düşmanlarını geriletmek için 'Haziran seçimleri' çok büyük önem taşıyor. Yani 'Haziran güneşi umut vadediyor…'
Bu umutlar korkutuyor onları… Ve yine Nazım'ın dediğince: 'Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu…'
Evet, kaynayan dünyamız için ve özellikle ciddi boyutta zemin kayması yaşayan Türkiye için: 'İşte şimdi tam laikliğe sahip çıkma zamanıdır…'
Sağlıkla, sevgiyle ve dostlukla.