Sarıcakaya ve Mihalgazi, Orta Sakarya Vadisi'nin verimli topraklarında yetiştirilen tarımsal ürünlerle bilinen iki önemli ilçemiz.

Kuşkonmaz, semizotu, roka ve tere gibi ürünler, bu bölgede yüksek tonajlarla üretilmekte ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sofralara ulaşmaktadır. Ancak, bu verimli tarım arazileri bir tehlike ile karşı karşıya. Siyanürle gerçekleştirilecek altın çıkarma faaliyetleri, sadece topraklarımızı değil, geleceğimizi de tehdit ediyor.

Birinci önceliğimiz şu: Tarım, bir ülkenin en temel ihtiyaçlarını karşılamak için hayati önem taşır. Sarıcakaya'da üretilen 140 ton kuşkonmazın, 1.008 ton semizotunun ve 2.748 ton rokanın Türkiye'deki payı oldukça dikkat çekicidir. Ancak, bu ürünler artık siyanürle yapılan madencilik faaliyetleri nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Altın çıkarma işlemleri sırasında kullanılan kimyasallar, toprağı zehirleyerek tarımsal üretimin sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Elde edilen altın, bölge insanına değil; sadece büyük şirketlere yarayacak.

Peki, bu durumda ürettiğimiz bu tarım ürünlerini kimler nerede çıkaracak? Altın çıkarırken, yerel tarımın yok edilmesi, hiç kimseye bir kazanç sağlamayacak. Çiftçilerimizin geleceği kararmakta, tarım arazileri ise büyük şirketler tarafından talan edilmektedir. Ülkede tarım sektöründe çalışan milyonlarca insan, bu kararların sonucunda ne yazık ki mağdur durumuna düşecektir. Burada yetişen ve mutfaklarımıza yeşillik olarak giren bu ürünleri artık sofralarımıza kim getirecek? Altın şirketleri mi? Oradaki çiftçinin nasıl geçimini sürdüreceği düşünüldü mü? Onu geçiyorum, Mihalgazi’de Sarıcakaya’da yetişen yeşilliği tüketen ülkenin dört bir yanındaki Türk vatandaşının hakkına girilmeyecek mi?

Türkiye’nin gıda ihtiyaçları göz önüne alındığında, bu sorun daha da büyümektedir. Yıllardır tarıma emek veren çiftçiler, en iyi koşullarda ürün yetiştirmek için çaba sarf ederken, bir gün altın arayan şirketlerin son derece zararlı faaliyetleri ile karşı karşıya kalacaklarsa, bu durumun hesabını kim verecek? Tarım alanlarını katlederek, toprakları zehirleyerek, sadece altın şirketlerinin zenginliği artacak ama tüm ülke insanı cezalandırılmış olacak.

Bu noktada, sorulması gereken birçok soru var. Siyanürle altın çıkarma operasyonlarının sadece ekonomik getiri mi yoksa tarımsal sürdürülebilirlik açısından risk mi taşıdığı üzerinde ciddi bir düşünme zamanı gelmiştir. Ülkemizin geleceği, tarımsal üretim alanlarının korunmasına bağlı. Bu nedenle, yerel yönetimlerden, sivil toplum kuruluşlarına, tüm vatandaşlara kadar sesimizi yükseltmemiz gereken bir dönemdeyiz. Bu süreçte, otoritelerin ve yetkililerin de bu konuda kararlılık göstermesi, tarımsal üretimi ve yerel halkın geleceğini korumak için son derece önemlidir.

Sonuç olarak, Orta Sakarya Vadisi’nde altın çıkarırken, tarımdan vazgeçmememiz gerektiği gerçeğiyle yüzleşmeliyiz. Bugün tarımı yok ederek yarın kendimizi aç kalmış bir ülkede bulmak istemiyorsak, bu konuda bilinçli ve kararlı adımlar atmalıyız. Zira, sürdürülebilir gıda üretimi, sadece bireylerin değil, tüm toplumun geleceği için hayati bir öneme sahiptir. Hangi kaynaklar üzerinde durulacağına ve kimin kazanç sağlayacağına karar verme sürecinde daha dikkatli davranmalıyız. Bugünün kararları, yarının yaşamsal mücadelelerini şekillendirecektir.

Sarıcakaya Üretim Verileri:

  • Kuşkonmaz: 140 ton (Türkiye payı: %80,46)
  • Semizotu: 1.008 ton (Türkiye payı: %20,44)
  • Roka: 2.748 ton (Türkiye payı: %20,13)
  • Tere: 819 ton (Türkiye payı: %12,35)

Mihalgazi Üretim Verileri:

  • Plastik Sera Semizotu: 750 ton (Türkiye payı: %60,44)
  • Plastik Sera Soğan (Taze): 1.250 ton (Türkiye payı: %33,10)
  • Yüksek Tünel Dereotu: 20 ton (Türkiye payı: %28,57)
  • Plastik Sera Tere: 375 ton (Türkiye payı: %24,98)
  • Plastik Sera Roka: 990 ton (Türkiye payı: %22,48)
  • Yüksek Tünel Tere: 84 ton (Türkiye payı: %16,44)

***

ARAÇ SAHİPLERİ TÜVTÜRK’Ü DE SIRTLAYACAK

TÜVTÜRK’ten gelen açıklama, araç sahiplerinin bütçelerine yeni bir darbe daha vuracak gibi görünüyor. 2025 yılı itibarıyla muayene ücretlerinde yüzde 43,93 oranında yapılacak bu artış, ekonomimizin zor günler geçirdiği bu dönemde, pek çok sürücü için ek bir mali yük oluşturacak. Araç sahipleri, bir yandan artan ÖTV ve KDV oranları, zorunlu trafik sigortası ve kasko gibi masraflarla boğuşurken, şimdi de zorunlu muayene ücretleri ile karşı karşıya kalacaklar.

Zorunlu muayene, formel bir gereklilik olmanın ötesinde, araçların güvenli ve çevre dostu olmasını sağlamak için önemli bir süreçtir. Ancak, bu konuda yapılan zamlar, araç sahiplerinin sadece işleyişe değil, aynı zamanda bütçelerine de ciddi bir yük getirecek. Yıl sonu yoğunluğu yaşayan Eskişehir'deki muayene istasyonlarında, özellikle bu artıştan etkilenecek sürücüler için maddi sıkıntılar kaçınılmaz hale gelecek. Birçok kişi, muayene tarihini ertelemek veya tüm bu ekstra maliyetlerle başa çıkabilmek adına tasarruf yapma yoluna gidebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, araçlarının muayenelerini yaptırmayan sürücüler için daha büyük sorunlar da kapıda olabilir.

Araç sahibi olmak, zaten bilindiği üzere pek çok masrafı beraberinde getiriyor. Bu süreç, sadece muayene ücretleriyle de sınırlı değil; sahip olduğumuz araçlar için bir dizi ek maliyetle karşı karşıyayız. ÖTV, KDV, zorunlu trafik sigortası, kasko ve zorunlu muayene… Tüm bu kalemler, bir araya geldiğinde, araç sahibi olmanın ne kadar maliyetli olduğu açıkça ortada. İşte tam da bu noktada, pek çok insan için araç sahibi olmak bir lüks değil, mecburiyet haline gelmişken, bu taşınması zor yüklerin de üstüne yeni bir fatura eklenmesi kabul edilebilir bir durum değil.

Ayrıca, bu durum sadece bireysel araç sahiplerini etkilemekle kalmayacak; aynı zamanda tüm ulaşım ağında zorluklar yaratacak. Araç muayenelerinin düzenli bir şekilde yapılması, trafik güvenliği açısından son derece önemli. Ancak, mükellefiyetler arttıkça, insanlar bu süreçten uzaklaşma eğiliminde olabiliyorlar.

Sonuç olarak, araç muayene ücretlerindeki bu dev zam, sadece araç sahipleri için değil; tüm toplum için bir sorundur. Ekonomik belirsizliklerin hâkim olduğu, enflasyonun hızla yükseldiği, maaş artışlarının ise geride kaldığı bir dönemde, alınan bu kararların sorgulanması ve alternatif çözümler üretilmesi gerekmektedir.