'Ayak bastığımız her yer dünyanın merkezi oluyor.

Her şey bizim çevremizde dönüyor.' (s.15)

***

'28 yaşındaydı ve endişeliydi.'

Cümle kitabı anlatmaya yetiyor.

Kitabın adından belli, ilginç bir karakterin hayatının işlendiği.

Karakterin adı bile yok. Yazar sadece 'C.' diyor. Tıpkı Kafka'nın Dava'sındaki 'K.' gibi.

Tek kelimeyle anlatılırsa 'karşı' bir adam. Her şeye karşı, kendine bile…

Sıradanlığa, alışılmışlığın kolaycılığına tahammülü yok.

***

Başkarakterimiz kendini 'aylak adam' olarak tanımlıyor.

Babasından kalan emlaklerin geliriyle yaşıyor. Hiçbir iş yapmıyor. Parası var, har vurup harman savurabiliyor.

'Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir yer olmadı mı insan yuvarlanır.' cümlesiyle hayat anlayışını ortaya koyuyor.

Kitabın konusu bu aylak adamın hayatla ilgili arayışına dayanıyor.

Gerçek sevgiyi ve doğru kişiyi arıyor sürekli. Kendisinin monoton bulduğu bir hayatın içinde…

***

C. tam olarak ne aradığını da bilmiyor. Dolayısıyla okur da ne aranacağını bulamıyor.

Sokak isimleri topluyor. Sanat çevresinden arkadaşlarıyla birlikte oluyor. Bir mekana ikinci kez gitmekten, müşteri sınıfına konabilme tehlikesinden rahatsızlık duyuyor. Sokakta yanından geçen kadını öpebiliyor, tramvayda arkasına yaslanabiliyor. Sinemalara gidiyor, amacı film izlemek değil.

Aslında yaşam tarzıyla, 'mazbut' anlayıştaki insanların tepesine cinleri toplayabilecek bir karakter.

***

Sert, saldırgan babasının yaptıklarının etkisini sürekli yaşıyor. Kendisini büyüten ve babasının metresi olan teyzesinin, sıcak göğüslerinin arayışında…

Sonuçta çocukluğunun etkisinden kurtulamamış, bezgin bir kişiliğe odaklanılmış bu kitapta.

Bazı bölümlerde devreye giren 'B.' ihtimal ki aradığı ideal kadın, ama hep teğet geçiyorlar; üstelik açıkça da belirtilmemiş.

Ayşe ve Güler'le yaşadığı aşklar ise, psikolojik tahlile tabi travmatik ilişkiler.

Evet, öylesi bir kitap; 'modernizm, al buradan yak' misali.

***

Sevdiğim bir 'hayata yaklaşım' bölümü var ki, paylaşmadan edemedim.

'Bütün çağların trajedisi bu,

Ku-ya-ra; 'Kumda yatma rahatlığı.'

A-da-ko; 'Ağaç dalı kompleksi.'

Şimdi kumda yattığım için 'kuyara' diyorum. Daha da genişletilebilir.

Kuyara, alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır. Düşünmeden uyuyuvermek. Biteviye geçen günlerin kolaylığı.

Ya 'adako'?

Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem?

Hep öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır.

Buna ben 'ağaç dalı kompleksi' diyorum. Genç hastalığıdır.

Çoğunlukla kuyara dişidir, adako erkek. Pek seyrek cins değiştirdikleri de olur.' (s.127)

***

Biraz varoluşçuluğun yorganını üstüne çekmiş bu roman.

Bir Sartre veya Camus etkisi hemen fark ediliyor.

Ana tema 'yalnızlık' üzerine kurulmuş.

Düşünsel bir yalnızlık…

***

Yusuf Atılgan'ın üç romanından biri. İkinci romanı Anayurt Oteli ile basımını göremediği Canistan.

Aylak Adam ise ilk romanı.

Kitap dörde ayrılmış. Kişinin duygu çalkantılarının dört mevsimi gibi…

Oldukça açık ama ağır giden bir roman.

Neyse ki, çok yalın bir dili var da kolay okunabiliyor.

***

'…kafası o günlerin kimi açık, kimi belirsiz, karışık anılarıyla dolu, tramvaya binmiş biriyse, yalnızca aylaksa, onun nerede ineceği bilinmez.' (s.137)