TÜİK’ün 10 Temmuz 2024 tarihinde açıkladığı işgücü istatistiklerine göre işsizlik oranı 2024 yılı Mayıs ayında yüzde 7,7 seviyesinde gerçekleşti. İstihdam edilenlerin sayısı 33 milyon 233 bin kişi, istihdam oranı ise yüzde 50,5 oldu…

DİSK-AR da “İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu (Haziran 2024)”nu yayımladı. Bu rapora göre Türkiye’de geniş tanımlı işsizlikte tarihi zirve yaşanıyor: 10 milyon 712 bin…

TÜİK’e göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde dar tanımlı işsiz sayısı (mevsim etkisinden arındırılmış) 2024 Nisan ayında 3 milyon 42 bin oldu. DİSK-AR tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre ise mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı ise Nisan 2024’te 10 milyon 712 bin kişi olarak gerçekleşti…

Bu iki istatistiği karşılaştırdığımda işsizlik gerçekten düştü mü yoksa artışta mı kafaları karıştırıyor…

Bir de çevremde o kadar iş arayanlar var ki, bana telefon eden günde en az 3-4 kişi iş bulmam konusunda yardımcı olmamı istiyorlar…

Çevreme baktığımda, bana gelen telefonları dikkate aldığımda işsizlik oranının düştüğüne çok inanmıyorum…

“ ‘NE OLURSA YAPARIM’ DİYENİ İŞE ALIYORUZ, İŞE GELMİYOR”

Çok iyi hatırlıyorum. 6 dönem Eskişehir Sanayi Odası’nın başkanlığını yapan Savaş Özaydemir ile aktif gazetecilik yaptığım yıllarda kendisiyle yapmış olduğum röportajda “Mühendis, ustabaşı var ama çalıştıracak işçi bulamıyoruz. Ara elaman sıkıntısı yaşıyoruz. Hemen 500 kişiye iş vermeye hazırız. Ancak insanların masa başı yüksek maaşlı iş arıyorlar. Bu nedenle makine başında iş yapacak eleman bulamıyoruz” demişti…

Aradan yıllar geçti…

Aynı sorun bugünde yaşanıyor…

Geçtiğimiz günlerde Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı Nadir Küpeli’nin vermiş olduğu röportajını okudum…

Küpeli’de “Ne olursa yaparım diyeni işe alıyoruz, ertesi gün işe gelmiyor” demiş…

Neden?

Organize Sanayi Bölgesindeki fabrikalarda çalışma şartları kötümü?

Öyle olduğunu düşünmüyorum…

Servisi, yemeği, fazla mesaiye kaldığında mesai ücreti ödeniyor…

Çoğunda yılda bir veya iki defa ikramiye ve ramazan aylarında gıda kolisi veriliyor…

Sosyal yardım yapan işverenlerde var…

Günlerce hatta aylarca iş arayanlar Organize Sanayi Bölgesindeki fabrikalara girip çalışmıyorlar…

Küpeli’nin de özellikle vurguladığı gibi biz artık çalışmayı sevmeyen, kolay para kazanmak isteyen bir toplum haline geldik…

EKMEK ASLAN’IN MİDESİNDE DEĞİL

Büyüklerimiz bize “ekmek Aslan’ın ağzında” derdi…

Son yıllarda ise birileri “ekmek Aslan’ın ağzında değil. Midesinde” demeye başladı…

Yani iş bulmanın zorlaştığını o sözlerle ifade ederlerdi…

Aslında doğru değil…

Çalışmak isteyen herkese iş var…

OSB Başkanı Nadir Küpeli;

“Bizi arayıp yakınları için iş isteyenler, ‘ne olursa yaparım’ diyenler oluyor. İşe alıyoruz, işe gelmiyor. Ya da bir gün çalışıyor, diğer gün gelmiyor. Biz de değil, devlet dairesinde çalışmak istiyor. Fenomenlikle ya da başka bir şeyle kolay para kazanmak gibi bir hastalık oluştu” demiş…

Yüzde yüz katılıyorum…

* * *

Bir örnek vereyim…

1994 yılında yapılan yerel seçimde Odunpazarı Belediyesi Kurucu Meclis üyesi seçildim…

Tarihini yanlış hatırlamıyorsan 1995 yılı Mayıs veya Haziran ayı idi…

Çarşıda eski bir arkadaşımla karşılaştık…

“Sadi, askerden gelen oğlum var. Nişanladık. İşi olmadığı için nikâh kıyamıyoruz. Oğlanı belediyeye aldırabilir misin?” dedi…

“Mesleği var mı?” diye sordum…

“Yok, ne iş olsa yapar” dedi…

Adını, soyadını aldım…

Ertesi günü Odunpazarı Belediyesi Kurucu Başkanı Ayhan Boyer’e giderek durumu anlattım…

Aradan bir ay geçti geçmedi işe başladı…

İki ay sonra babasıyla belediye de tekrar karşılaştık…

“Ayhan başkanla görüşmeye geldim. Oğlan akşama kadar parklarda çalışıyor. Başına güneş geçiyormuş. Yerini değiştirmesini rica edeceğim” dedi…

* * *

Oğlu iş bulmuş babası başına güneş geçmesinden yakınıyor…

“Oğlunla birlikte çalışan başkaları var mı?” soruma, “evet 5-6 kişilermiş” yanıtını verdi…

“Oğlunun başına geçen güneş diğerlerine geçmiyor mu? Beğenmiyorsa ayrılsın” dediğimde apar topar belediyeyi terk etti…

Aslında gerçekten ihtiyacı olup çalışmak isteyene iş var…

* * *

Huzur Nedir?
Halkı tarafından çok sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder.
Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar, birbirinden güzel resimler yaparlar, eserleri saraya teslim ederler.
Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir.
Resimlerden birisinde bir göl vardır. Göl, tıpkı bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır.
Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslemektedir. Resim, bakanlara mükemmel bir huzur hissi verecek kadar güzeldir.
Diğer resimde de dağlar vardır. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Dağların üstündeki öfkeli gökyüzünden boşanan yağmurlar ve çakan şimşek ise resmi daha da sıkıntılı bir hale sokmaktadır.
Dağın eteklerindeki şelale insana gürültüyü, yorgunluğu hatırlatacak kadar hırçın resmedilmiştir. Kısaca resim, pek de öyle huzur verecek türden değildir.
Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki, çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık görür.
Çalılığın üstünde ise bir anne kuşun örttüğü bir kuş yuvası göze çarpmaktadır. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuşun kurduğu yuva izleyenlere harika bir huzur ve sakinlik örneği sunmaktadır.

* * *
Ödülü kim kazandı dersiniz?

Tabi ki ikinci resim… Kral bunun nedenini şöyle açıkladı:
“Huzur hiçbir gürültünün, sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir. Huzur, bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükûnet bulabilmesidir.”

* * *